Tarih: 02.10.2023 02:29

YSP: İktidar adaletsizliği ve hukuksuzluk rejimini kalıcı hale getirmeye çalışmaktadır

Facebook Twitter Linked-in

Toplantıda konuşan Kılıçgün Uçar, şunları söyledi: 

Yaşanan saldırı kabul edilemez

Değerli basın mensupları, sevgili Türkiye halkları, Meclis’te sadece Cumhurbaşkanı bir konuşma yaptı. Bizler de Yeşil Sol Parti olarak Meclis’te değinilmeyen ama Türkiye'nin gerçek ve köklü sorunlarına dair burada sizlerle birlikte bir açıklama yapmayı ihtiyaç olarak gördük. Sözlerime başlamadan önce bugün sabah saatlerinde yaşanan saldırıyı kabul edilemez bulduğumuzu ifade etmek isterim. Demokratik siyasetin yürütücüleri olarak bu ülkede bilindiği gibi şiddetin her türlüsünün zemin bulmadığı, barışın ve huzurun tesis edilebildiği bir ülkenin mücadelesini verdik, vermeye devam edeceğiz. Meclis de bu yükümlülük altındadır.

Türkiye'de otoriter sistem toplumsal ve siyasal kırılmayı giderek derinleştirmektedir

Türkiye bugün, siyasal, iktisadi, toplumsal, kültürel ve ekolojik alanda pek çok krizle karşı karşıyadır. Tekçiliğe, ret ve inkâra, savaşlara, erkek egemenliğine, baskıya, yasaklara dayalı; demokrasiyi sürekli dışlayan, toplumsal hak taleplerini yok sayan mevcut otoriter sistem, toplumsal ve siyasal kırılmayı giderek derinleştirmektedir. İnanç ve kimliklerin, kültür ve dillerin; renklerin çokluğunu reddeden anlayışlar, tarihsel bir süreklilik içinde varlığını sürdürmektedir. 100 yıllık kapitalistleşme serüveninde egemen sınıf ittifakının iç dengeleri değişse de hakim sınıfların yüzleri gülmekte ve emekçiler giderek yoksullaşmaktadır.

İktidar adaletsizliği ve hukuksuzluk rejimini kalıcı hale getirmeye çalışmaktadır

Savaş ikliminin dört bir yanı sardığı ve anti demokratik uygulamaların toplumu nefessiz bıraktığı bu süreçte siyasi iktidar, Türkiye’nin temel sorunlarını çözmek yerine adaletsizliği ve hukuksuzluk rejimini kalıcı hale getirmeye çalışmaktadır. Bugün ülkede ve dünyada hemfikir olunan husus şudur ki; bu temel sorunların başında Türkiye'nin içinde bulunduğu çoklu krizlerin başat nedeni Kürt meselesinin çözümsüzlüğü siyasetidir. İnkâra gelmez bu hakikat, iktidar tarafından içi boş hamasi söylemler ve yaşanmış yüzyılın muhasebesini reddeden, geleceğin barışını reddeden politikalarda ısrar ile varlığını sürdürmektedir.

Kürt meselesi çözümsüz bırakıldıkça Türkiye halkları bedelini ağır ödemekte

Değerli Türkiye halkları, siyasi iktidarın bir zamanlar çözeceğini iddia ettiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “sorunun çözümü için gerekirse baldıran zehri içebileceğini” ama şimdilerde yok saydığı Kürt meselesi çözümsüz bırakıldıkça Türkiye halkları bunun bedelini her geçen gün daha ağır ödemektedir. Şiddet ve çatışma ortamı devam ettikçe yoksulluk katlanarak artıyor, savaşa yatırılan bütçe ile soframızdan ekmeğimiz çalınıyor, dışa bağımlı ekonomi belimizi büküyor, devlet içinde çeteleşmeler yaşanıyor, hukuksuzluk ve adaletsizlik her alanın sistemsel kuralı haline geliyor. 

Sayın Öcalan’ın ikinci yüzyıla girerken etkili rolünü ve misyonunu oynayabileceği koşulların oluşturulmasını istiyoruz 

 "Güvenliğimiz tehlikede” hamaseti ile kerameti kendinden menkul bir güvenlik rejimi yaratılarak yoksulun ekmeği kurşuna ve silaha feda ediliyor. “İmkân verilsin, bir hafta içinde barış ortamını sağlayabilirim” diyen Sayın Öcalan’ın, Kürt sorununun çözümünde güçlü ve etkili varlığına ve sözüne karşılık halen savaş ve yoksullaştırma siyasetinde ısrar edilmesi; Kürt meselesinin çözümsüzlüğünü isteyenlerin, savaştan medet umanların hesabını ve çıkarlarını gösteriyor. Bizler bu kirli hesaplara karşı toplumun iyiliğini, geleceğini, umudunu savunuyoruz ve Kürt meselesinin çözümünde güçlü bir ortak yaşam perspektifine sahip olan Sayın Öcalan’ın ikinci yüzyıla girerken etkili rolünü ve misyonunu oynayabileceği koşulların oluşturulmasını istiyoruz. 

Tecritin son bulması için bir an dahi beklemeksizin adımlar atılmalıdır

Bu rol ve misyonuna rağmen, Türkiye’nin imzalamış olduğu ilgili uluslararası sözleşmelere, evrensel hukuk ilkelerine ve Anayasaya aykırı olan ağırlaştırılmış mutlak tecrit 30 aydır mutlak iletişimsizlik halinde sürmekte, ne ailesi ne de avukatlarıyla görüştürülmektedir. Tecridin mutlak hale getirilmesi; devletin kuruluşundan bu yana, rejime ana karakterini veren Kürt meselesinde ve halkların acısında ısrar, ülkenin barışına ve demokrasisine konulan ipotek anlamına gelmektedir. Tecritin ve bu ipoteğin son bulması için bir an dahi beklemeksizin adımlar atılmalıdır.

Adalet Bakanlığı bağlayıcı muhatap olarak açıklama yapmak zorundadır

Adalet Bakanlığı, bağlayıcı muhatap olarak açıklama yapmak zorundadır. Fakat açıklama yapmak yerine “tecrit yok” demektedir.. Yok dediği tecridi ise bugün dünya kamuoyu tartışıyor. Türkiye’de 29 baroya kayıtlı 775 Avukat Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına görüşme için başvuruda bulundu. Bunun dışında sadece 2022 yılında, dünyada 30’un üzerinde ülkeden 2 bin avukat aynı meşru talebi dile getirip görüşme talebinde bulundu. Evet, dünyada Adalet Bakanlığına başvuru var, CPT’ye başvuru var. Konuyu tüm dünya gündemine almışken Türkiye yok diyor! Dahası artık “tecrit var” demeye dahi derhal soruşturmalar açılıyor. Her yerde her şekilde karşımıza çıkan tecrit, yeni rejimin hukuksuzluğu olarak cezaevlerinden gündelik yaşama kadar, her yerde, demokratik taleplerin, demokratik itirazların ve demokratik kamuoyunun önüne çıkarılmaya devam ediliyor.

Gezi Davasında verilen kararlar her yönüyle yok hükmündedir 

Çok değil daha 2 gün önce, Türkiye’de her kesimin, tüm halkların ortak savunduğu, bu iktidarın hukuksuzluklarına, yolsuzluklarına ve adaletsizliğine karşı eşit, özgür ve ortak yaşam ideali ile yan yana gelindiği Gezi Direnişi sonrası başlatılan Gezi Davasında verilen kararlar her yönüyle yok hükmündedir. Çünkü ortak yaşam ideali, eşitlik talebi meşrudur, yok edilemez. Aynı şekilde Kobanî Kumpas Davasında olduğu gibi hukukun askıya alınarak yürütülen bu davalar, verilen cezalar; ülkenin yeni düzeni olarak uygulanan tecrit rejiminin karakterinden bağımsız ele alınamaz.

“Demokratik bir Türkiye’nin inşasında varım diyen” herkes tecridin kaldırılmasında aktif rol almalıdır

Bugün Kürt meselesi ve tecrit sadece Kürt halkının sorunu değildir; tüm halkların sorunudur. Kürt meselesinin çözümsüzlüğü aynı zamanda gençliğe, emekçiye, kadına, çocuğa açlık, sefalet anlamına gelmektedir. Yeşil Sol Parti olarak bizler, çözüm isteyen Kürt halkının da hakkını isteyen emekçinin de partisi olduğumuzu ve Kürt meselesinin, tecridin ve yoksulluğun son bulması için demokratik siyaset temelinde mücadele etmeye devam edeceğimizi önemle vurgulamak istiyoruz. Demokratik bir Türkiye’nin inşasında varım diyen herkesin ve her kesimin, en gerçek ve zorunlu sorumluluğu Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözümünde ve bunun ön adımı olan tecridin kaldırılmasında aktif rol alması ve çaba içerisinde olmasıdır.  

Meclis Kürt sorununun çözümünde tarihsel bir sorumlulukla ve zorunlulukla karşı karşıyadır

Elbette ki çözümün tartışılacağı, konuşulacağı ve ortaklaşılacağı en önemli, en güçlü zeminlerden birisi de Meclis’tir. Bugün Meclis Kürt sorununun çözümünde tarihsel bir sorumlulukla ve zorunlulukla karşı karşıyadır.  İkinci yüzyılın arifesinde, yüzleşilmesi gereken bir tarihsel hakikatin muhasebesinin yapılması ve demokrasi ile cumhuriyet arasındaki en büyük çatlağın kapatılması gerekmektedir. Geride bıraktığımız yüzyılda Kürt sorununu çözümsüzlüğe terk eden Meclis bu utançla yüzleşmeli ve yüzyıllık kayıp karşısında çözüme kapı açarak tarihi ve gerçek rolünü oynamalıdır. 

Siyasi partileri sorumluluk almaya çağırıyoruz

Bu vesileyle Meclis çatısı altında bulunan tüm siyasi partileri ve siyasileri bu konuda sorumluluk almaya çağırıyoruz. Yüzyıllık inkar ve yok sayma karşısında yüzyıllık hakikati görmeye, çözümü ve ortak yaşamı gerçekleştirmeye davet ediyoruz. Yine çözüm ve müzakere sürecinde sorumluluk alan, Akil İnsanlar Heyetini, STÖ’leri, sendikaları, aydınları, yazarları ve emek veren herkesi, özellikle kadınları yeni yüzyılın çözümsüzlüğe, inkara, ölümlere mahkum olmaması için aktif rol almaya davet ediyoruz. Bu bağlamda kurulacak her söz, atılacak her adım her zamankinden daha kıymetli olacaktır. Çünkü artık ne kaybedilecek zaman ne de kaybedilecek değerler vardır.

Yeni anayasa kimler için yapılıyor?

Türkiye'nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı vardır. Yeni bir toplumsal sözleşmenin önemli bir boyutu ise demokratik bir anayasadır. Toplumu demir kafese alan katı ulus-devlet mantığı yerine toplumsal çeşitlilikleri zenginlik olarak gören, yurttaşlığın ve ulusun demokratik bir biçimde tanımlandığı, toplumsal cinsiyet eşitliğine ve ekolojik bir toplum modeline dayanan yeni bir toplumsal sözleşmenin kolektif inşası tüm ezilen kesimler açısından hayatidir. Şimdi yeni bir anayasa tartışması gündemdedir. Biz Yeşil Sol Parti olarak, toplumdan yana her türlü düzenlemenin, sivil bir anayasanın ihtiyacını her zaman vurguladık ve mücadelesini verdik. Bunu yaparken de siyasi manipülasyonlara izin vermedik ve gerçeğin üzerini örten her türlü yaklaşıma da karşı olduk. Burada şimdi sormak gerekiyor: Bu anayasa gerçekten kim veya kimler için yapılıyor?

Demokratik Anayasa ancak demokratik bir cumhuriyetin inşa mücadelesi ile mümkün olabilir

Anayasa’yı tanımayan bir iktidar var. Anayasa’da temel haklar kategorisinde olan haklarımızdan bile faydalanamıyoruz. Böylesi bir durumda tam olarak neyi değiştirmek istiyoruz? Toplum faydasına olan her şey hukukun dışına itilirken, şu an yeni olan ne sunuluyor? 1982 Anayasası’nı dahi geride bırakan uygulamalar varken, gerçekten sivil toplumdan yana bir anayasa yapmak isteniyor mu? Bizim gördüğümüz şey şudur: Yasasızlık dayatılıyor. Mevcut yasalara dahi tahammül yok! Biz zaten buna karşı mücadele ederken, yeni bir anayasa tartışmasını kendi çıkarları için konuşmak ne siyasete ne ahlaka sığar! Bundan ötürü tekrar ediyoruz: Demokrasiye ve özgürlüğe açılan kapının toplumsal inşasını ifade edecek bir Demokratik Anayasa, ancak Türkiye halklarının barış içinde, eşit ve ortak yurttaşlık temelinde yaşayacağı demokratik bir cumhuriyetin inşa mücadelesi ile mümkün olabilir.

Anayasalar iktidarın merkezi otoritesini daha da güçlendirmek üzerinden kurgulanamaz

Anayasa her şeyden önce bir düzenleme eylemidir. Dünyanın her yerinde “devletlerin meşruluğu toplumdan türer” gerçeği üzerinedir. Bu düzenlemeler toplum yararına olmak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, Magna Carta’da bile toplumdan rıza almaya dayalı bir yasa yapma süreci vardır. Haliyle anayasalar iktidarın merkezi otoritesini daha da güçlendirmek üzerinden kurgulanamaz. 1921 Anayasası bu açıdan hatırlamaya değerdir. 1921 Anayasası hakimiyetin milletin egemenliğinden kaynaklandığını kabul eder, merkezi yönetim yerine yerelden inşayı ve halkların bir aradalığını savunur. Bugün bunları savunmak suç sayılmaktadır. Oysa bunlar bu cumhuriyetin kurucu gerçekleridir. Ve üzerinden tam 102 yıl geçmiştir.  

Demokratik bir anayasanın yapılması için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz

Demokratik Cumhuriyetin anayasası, mümkün en geniş katılımla ve halkların ortak yaşam ufkuyla yapılmasıyla daha güçlü ve gerçekçi olacaktır. Geleceğe, özgürlüğe ve barışa olan inancımızla ve demokratik siyasetteki kararlılığımızla demokratik bir anayasanın yapılması için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Bununla birlikte; tecrit kaldırılmadığı, çatışmalar devam ettiği ve yeni anayasa haklara ve özgürlüklere dair olmadığı sürece demokratik bir anayasa oluşturmanın gerçek olmayacağı aşikardır..

Yeni yüzyılı Demokratik Anayasa’nın ve Demokratik Cumhuriyet’in yüzyılı yapmak için buradayız

Bütün bu başlıklarda bizler, yeni yasama döneminde çözüm siyasetini en güçlü biçimde savunacağız ve bu siyasetin toplumsallaşması için tarihsel rolümüzü en etkili biçimde oynayacağız. Meclis’in işlevsiz bırakıldığı, noter makamına indirgendiği, halk iradesinin yerine tek adam iradesinin ikame edildiği bu rejimde; çoğulcu, halkların iradesinin ve taleplerinin yansıdığı, karşılık bulduğu bir parlamento, ikinci yüzyılda Türkiye halklarının, inançların, kimliklerin ve tüm ezilenlerin sorunlarını çözüme kavuşturan bir Türkiye’nin demokratik ulus perspektifiyle daha güçlü olacağına olan inancımız tamdır. İnkar yerine ortak yaşamı kabul eden bir perspektifin Demokratik Cumhuriyet’ten geçeceği ve aynı zamanda bölgesel barışı da güçlendireceği açıktır. Bizler, Yeşil Sol Parti olarak devraldığımız geleneğin bize verdiği güçle yeni yüzyılı Demokratik Anayasa’nın ve Demokratik Cumhuriyet’in yüzyılı yapmak için buradayız. Mutlaka kazanacağız, hep birlikte kazanacağız!

Soru 1- "Tecridin ve çatışmaların bitirilmesi" dediniz, AK Parti’nin size ziyaretinde bunları koşul olarak sunup “Evet bir anayasa birlikte yapabilriz” mi diyeceksiniz yoksa “Anayasayı tanımayan bir iktidar ile anayasa yapmayız” diyerek kapıyı kapatır mısınız?

Cevap: Anayasa yapım sürecinde önemli olan kimin kimi ziyaretinden öte nasıl bir anayasa taslağının önümüze geldiğidir. Türkiye’deki toplumun değerlerini ve demokratik değerleri savunan bir anayasa düzlemi bizim de mücadelemizdir. Gelen taslak böyle olursa güç verecek bir pozisyonda oluruz.

Soru 2- Yerel seçimlerden önce bir anayasa tartışması diğer sorunları yorgan altı yapmaya mı yöneliktir? Sizin tercihiniz seçimden sonrası mıdır?

Cevap: AKP-MHP iktidarının anayasa gündemi her seçimden önce gündeme geliyor. 22 yıllık AKP iktidarında demokratik bir anayasa gerçekleşmedi. Yerel seçime giderken seçimi kazanmanın bir aracı olarak kullanılabilir. Bizim için en acil şekilde demokratik bir anayasanın oluşturulması gerekir, seçime heba edilemeyecek bir süreçteyiz. 

Soru 3- Saldırıyı kınadınız, ancak konu aynı zamanda İçişleri Bakanı Yerlikaya ile Eski Bakan Soylu arasında farklı bir tartışmaya evrildi. Bakan terörle birlikte organize suç örgütlerinden bahsetti. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Türkiye'de çok uzun bir süredir özellikle AKP içinde eski ve yeni bakanlar arasında bir gerilimli hattın olduğu, birbirlerinden hesap sorar yöntemlerle işlerini gördüklerinin farkındayız. Bu yeni bir durum değil. Uzun süredir Türkiye çetelere mahkum edilmiş durumda. Bizim açımızdan önemli olan soruşturmanın şeffaf bir şekilde yürütülmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesidir. 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —