Bu yaşta dört gün 38-39 ateşle yatarsanız iyileştikten günler sonra bile kafanızı kolay toparlayamıyorsunuz. Son günlerde gelişmeler, olaylar öyle yoğun ki, bunu yazmalıyım diyerek hop oturup hop kalkıyorum (şimdilik pek de hop kalkamıyorum ya) ama klavyenin başına geçip yazma gücünü bir türlü bulamıyorum…
O gücü, sağ olsun, HDP kazandırdı; daha doğrusu, kendimi karantinaya aldığım için sadece telefonla konuştuğum arkadaşlarımdan birinin sözleri, beni kendime getirdi. Soluğu bilgisayarın başında aldım.
“Bu HDP de çok oluyor artık! Şimdi de aday çıkaracaklarmış!” diyordu arkadaşım. Oyunu CHP’ye veren, 6’lı Masa’yı, Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığını destekleyen, kendisini demokrat olarak tanımlayan, okumuş yazmış biriydi. Neden aday çıkarmasınlar ki? diye sorduğumda, cevabı: “Kürtler 6’lı Masa’nın adayını desteklemezlerse muhalefet kazanamaz ki” oldu.
Lafı uzatacak halim yoktu, “Dünyanın sonu değil, ne yapalım, kazanmazlarsa kazanmasınlar. Ayrıca merak etme, Kürtler yamuk yapmazlar” deyip telefonu kapadım.
Arkadaşımın bakışı; bu ülkede kendisine demokrat sıfatını yakıştıran, barış, kardeşlik, hak, hukuk, adalet diyen, ama konu Kürtlere, Kürt hak hareketine, HDP’ye gelince savundukları bütün bu doğruları, ilkeleri unutuveren tatlı su muhalefetinin zihniyetini yansıtıyordu. Bu zihniyete göre, her zaman ama özellikle son 6 yıldır her türlü hukuksuzluğa, baskıya, adaletsizliğe maruz bırakılmış, adeta nefes alması yasaklanmış Kürt hak hareketi ve onun partisi HDP; boynu eğik, sabırlı ricacı, oy deposu yedek kuvvet, adına demokrasi dedikleri ikiyüzlü oyunun figüranı olarak kaldıkça tahammül edilen, ama zinhar bir arada görünmemek gereken tehlikeli bir ruhtur.
Kürt düşmanlığı genetik kodlarına işlemiş şoven Türk milliyetçilerine, “devlet ebed müddet”çilere sözüm yok. Bu zihniyetin gerçek anlamda demokrat olamayacağını, demokrasiyi kendilerini iktidara taşıyacak tramvay saydıklarını geçmişleri kadar bugünkü tutumlarıyla da görüyoruz. Bu zihniyet 6’lı Masa’yı da bloke ediyor, Kürt meselesinde bir adım ileri atılmasını engelliyor. İktidarın “PKK=HDP=Terör” şeytanî denkleminin halkın nezdinde kabul görmesini kolaylaştırıyor. En önemlisi de, Kürt meselesine zaten ikircikli, çekingen yaklaşan diğer ortakları da cesaretsizleştiriyor.
Şimdi; birlikte görünmekten, yanından geçmekten, hatta adını anmaktan ödlerinin koptuğu HDP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi adayını çıkarabileceğini açıkladı diye kıyamet kopuyor.
Öncelikle; HDP konu gündeme geldiğinden bu yana hep aynı şeyi söyledi: 6’lı Masa bizim ilkelerimize ters düşmeyecek bir aday üzerinde anlaşır, bizimle müzakere eder, konuşur görüşürse o adayı destekleriz; aksi halde kendi adayımızı çıkarırız dedi. Bununla da kalmadı, mesela Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyebileceklerini resmen olmasa da hissettirdi.
Aylar geçti, günler geçiyor, şunun şurasında seçimlere 4 ay kaldı, 6’lı Masa'dan tık yok. Üstelik bu arada HDP’nin başına gelmeyen kalmadı. Açık ve hayasız Anayasa ihlaliyle hazine yardımına ambargo kondu, delilsiz ispatsız kumpas bir kapatma davası sürüyor; partinin kapatılması değil kapatılmaması sürpriz olacak. Tam da hazine yardımına ambargo kararı geldiği gün 6’lı Masa toplantı halindeydi. Allah için bir ses, yarım ağızla da olsa bir itiraz, bir dayanışma jesti… Kimsenin umurunda değil; onlar bakanlık dağıtmakla, cumhurbaşkanı seçilecek zâtı nasıl eli kolu bağlı hâle getiririz, nasıl başkan yardımcısı oluruz diye tartışmakla meşgul. Oysa 6’lar, kendilerine dokunan bir hukuksuzluk oldu mu (İmamoğlu olayında görüldüğü gibi) tepki vermeyi biliyorlar. HDP’ye gelince sessizlik, havalara bakıp ıslık çalmak... Aman kimseler duymasın, hele de İYİP’liler duyup da nem kapmasın, Meral Hanım masayı sarsmasın…
Sonra sabır taşı çatlayıp HDP uzun zamandır sürdürdüğü, defalarca açıkladığı ilkeli tutumunu hatırlattığında, “Biz hayalet değiliz, milyonların iradesini temsil ediyoruz, sizler bizi yok sayıyorsanız biz de kendi başımızın çaresine bakacak güçteyiz,” dediğinde “HDP çok oluyor”, “Şantaj yapıyor”, “İktidarın ekmeğine yağ sürüyor” çemkirmeleri, biraz da -panik demeyim ama- telaş. Çünkü o kadarcık hesap yapmayı hepsi biliyor.
6’lı Masa partilerinin, başta HDP’ye karşı tavırları olmak üzere eleştirilere açık kimi tasarrufları söz konusu edildiğinde, savunma mekanizması, “Kendi tabanlarının hassasiyetlerini gözetiyorlar, seçmen tabanlarına sesleniyorlar” veya “ Kendilerine kuşkuyla yaklaşan, güvenmeyen kesimlere güven vermek için, seçim hesabıyla yapıyorlar” üzerine kuruluyor.
İyi de, sizin seçmenleriniz var da HDP’nin kendi kitlesi, seçmeni yok mu? Var; üstelik de bütün diğer partilerin tabanlarından çok daha bilinçli, siyasî açıdan daha ileri, kararlı ve net talepleri olan bir kitle bu. Bu tabanın; haklı taleplerinin güçlü şekilde savunulması, varlıklarının ve anayasal eşit yurttaşlık haklarının tanınması için partilerini zorladıklarını bölgenin nabzını tutanlar bilirler. 2019 yerel seçimlerinde, tutuklu eş başkanları Selahattin Demirtaş’ın çağrısına uyarak bağırlarına taş bastılar. Özellikle İstanbul HDP oylarıyla kazanıldı. (Bu konuda Meral Akşener’in İstanbul seçimlerinin açık farkla kazanılmasında kendi partisine pay çıkarması kof bir böbürlenmeden ibaret.)
HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ın Van’daki konuşması, partisinin, dolayısıyla Kürtlerin 6’lı Masa tarafından yok sayılmasına tabandan gelen tepkinin parti yönetimi tarafından duyulduğunun ve duyurulduğunun ifade edilmesidir.
Bu ülkenin tarihsel-toplumsal koşulları Türkiye’de Kürt sorunu ile (ki aslında Türk sorunudur) demokrasi sorununu birbirine bağlamıştır. Kürtlerin haklı talepleri kabul edilmeden, eşit yurttaşlıkları, dilleri, kültürleri tanınmadan, siyasî örgütlenmeleri, partileri yasalar önünde de toplumsal vicdanda da meşru sayılmadan demokrasiden söz edilemez. Kürt meselesini bu çerçevede çözmeye niyetli olmayanlar, HDP’yi masaya birlikte oturulacak meşru muhatap saymayanlar, hâlâ asimilasyon hayalleri görenler, olmadı Türk devletinin kadim refleksiyle güç kullanarak ezmeyi düşünenler, demokratlıktan dem vuramazlar.
6’lı Masa erbabı -son açıklamasıyla DEVA partisi hariç- konuya ilişkin ses çıkarmamayı, meseleyi geçiştirmeyi tercih ediyor. HDP kapatılma tehdidiyle karşı karşıya, 6’lı Masa’dan ortak bir ses yükselmiyor. Tek tük CHP’liden ses çıkıyor, o kadar. Oysa hep bir ağızdan kıyameti koparmaları gerekmez miydi! Önceki aymazlıklarından ders almamış gibi, sarı öküzü yine teslim ediyorlar.
Sözün kısası: evet, HDP çok oluyor. Olmaya da devam etmeli, belki birilerinin akılları son anda da olsa başlarına gelir. Akılları başlarına gelmez de seçimler yitirilirse vebali 6’lıların olacaktır, asla HDP’nin değil.
Oya Baydar kimdir?Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi. Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı. 1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı. Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı. Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi. 1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye’de ilk üniversite işgali eylemi oldu. 1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı. Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı. Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı. Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu. Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı. Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı. İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü. Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu. 2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi. |