Yarınların aydınlığını değil karanlığını hazırlıyorlar
Ülke ve ülke insanı daha kötü günlere koşar adımlarla sürükleniyor. İktidara sahip olanlar ise, bu kötü gidişata “dur” diyecek dermanlarının ve yüreklerinin olmadığını çaresiz gözlerle seyrediyoruz. Her olayın sonunda fatura aynı yere kesilirken verilen cevaplar ise yüreklere ateş düşürüyor. Bu iktidar sayesinde, bizler bu ülkede sahipsiz ve vatansızmış gibi yaşıyoruz, biraz nefes alabiliyorsak “azmin zaferi sayesindedir”
Türkiye’de 1980 askeri faşist darbesinin yarattığı en büyük olumsuzluklardan birisi de toplumu yüreksizleştirerek köleleştirmek olmuştur. Hepimizi Özgür düşüncelerden ve kolektif davranma anlayışından uzaklaştırarak bireyciliğin ve biat kültürünün esiri yapmaya çalışıyorlar. Kuşaklar arası kopukluk, geçmişin tecrübe ve birikimlerinden yoksun olan yeni kuşak gençlerin savrulmasına ve özgürlük alanlarının günden güne daralmasına neden oldu. Hepimizi bu günlerden çok daha kötü günler bekliyor. Kuşağımızın büyük bir kesimi, olaylar karşısında sesiz kalmaması yeterli değil. Devrimci mücadele ruhu ile zaman zaman sesini yükselten bu sistem karşıtı yürekli insanlar, ezilen sınıfların mücadelesi için işkencelerden geçiyorlar. Siyasi arenanın boşluğunu “teneke kafalı trolleri, aktörleri” ile dolduruyorlar. Geleceğimiz olan gençlerimizi politik hayatın dışına savurarak o gençlerin birlikteliklerini ve geleceklerini saraylarda, kervanlarda planlıyorlar. Bu insanlıktan nasiplenmeyen guruplar yarınların aydınlığını değil karanlığını hazırlıyorlar. Ezilmiş kandırılmış toplumun büyük bir kesimi bir sınıfın parçası olmak yerine birilerinin arka bahçesi olarak yaşama tutunmaya çalışıyor.
Baskılar ve tehditler öyle ki, bu günlerde, örgüt, örgütlenmek söylemlerinden öcü gibi korkuluyor, Ayni zamanda örgütlü olanlara kötü gözle bakıp, olumsuz söz söyleyen, yazan satılmış kalemler yarattılar. Bakın ne hale geldik, “Üniversitelerimiz hırsızın, katilin değil; devrimci, demokrat ve ilericilerin üniversitesidir. Üniversiteler özgür düşünce ve bilimin üretildiği yaşam alanlarıdır. Bizler yaşam alanımızı savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı savunan nesillerin yetiştiricisi olan hocalarımıza sahip çıkmalıyız. Her gün başka bir trajediye uğradığımız bu toprakları yoksul halk çocuklarının kanıyla sulayan AKP’ye ABD’ye ve onun taşeronlarına karşı 'korkmuyoruz, buradayız, biraradayız' diyebilmeliyiz. Bizler hayatın gerçeğini, acımasızlığını bu iktidar sürecinde hep birlikte yaşadık. Hem de öyle bir yaşadık ki faşizmin zalimliklerini gizlemeye gerek duymayan ve ortalıkta cirit atan faşist diktatörlerle ayni havayı soluyarak.
Şaşırttılar halkımızı, emekçilerimizi, bu ülkenin gerçek sahipleri olan insanımızı yok sayan bir zihniyet hakim dünyamızda. Bizler ufuktaki karanlığı ve yobazlığı gördük, yazdık defalarca. Söyledik tosluyoruz karanlıklar duvarına, giriyoruz Ortadoğu bataklığına. İnanmayanlar ise bir avuç nimete sadaka gibi yardımlara aldanarak geleceğini ve yarınlarını teslim ettiler bu hayasızlara. Aldılar gencecik canlarımızı elimizden, namusumuz gibi temiz topraklarımıza döktüler kardeş kanını. Bakınıp duruyoruz etrafa, “bu ne biçim anlayış, bu ne biçim zihniyet” Faşist baskıları en alasından yaşıyoruz. Ekmeğimizi, lokmamızı elimizden alanları gördükçe, “ya kardeşim ne manyak toplum olduk” diye bir isyan kopuyor içimizden. Örgütsüzlük ne kötü bir şeymiş yahu, tek başımıza olduğumuzdan değil büyük kesimin aldatılmışlığından yakınıyoruz, azınlığın haklarının yok sayılmasından yakınıyoruz. Bazen bu duruma akıl erdiremiyor ve bir anlam veremiyoruz. Sömürünün girdabı içinde dönüyoruz, batıyoruz, battıkça boğuluyoruz. Bir anda geleceğe dönük yaptığımız planlar ve yarınlara doğru kurduğumuz hayaller girdiğimiz bu girdap içinde buhar oluyor, yok oluyor. Bu girdap bizi hızla içine çekiyor. Yaşadıkça, okudukça anlıyoruz işimizin zorluğunu.
Okul sıralarında anlatılan masallarla uyutulduk. Bizlere şanlı tarih diye kardeşlerini boğazlayan, sarayın giderlerini ve saray hanedanlarının rahatlığını sağlamak uğruna ülkelere baskı kuran, savaşlar ilan eden, işgaller yapan ve bu uğurda ölen Osmanlı’nın yiğit delikanlılarının yaptığı savaşları tarih diye anlatılar. Katerina’nın oynadığı yatak oyununu, Mehmet Paşa’nın diğer paşalar gibi uçkuru uğruna neler yaptığını ballandıra ballandıra anlattılar. Bu tarih bizden bir şeyler sakladı diye düşünüyorum. Yani bize gerekli olanlar anlatılmadı. Oysaki; bize haklarımıza sahip çıkmayı, bu sömürüden, esaretten kurtulmayı, kardeşçe bir arada yaşamayı ve geleceği ellerimizle inşa etmeyi anlatsalardı daha iyi olurdu. Yaşamımızı sıkıştırttılar kapitalist sistemin merkezine, beyinlerimizin özgürce düşünmesine izin vermediler, çaldılar alın terimizi ve emeğimizi. Faşist dünyanın içine, hapsettiler insanlığı, mutluluğu, hak arayan emek diyenlere sıktılar kurşunu... Adres ise; Ya kara toprak ya zindan dediler. Korkutarak yığınları, kurdular baskı ve zülüm düzenini. Karanlığa ışık olmak isteyenlere dünyayı dar ettiler. Zaten yasaktı aydınlığa çıkmak için söylenecek her söz, öğrenilecek her kelime. Özgür düşünce ise, demir parmaklıkların arkası oldu. Hep kan, kin ve nefret dolu bir tarih anlatıp durdular. Biz de zannettik ki tarih bundan ibaretmiş.
Okudukça gördük ki, tarihimiz bu değil, yetişmiş nice aydınlarımız ve önderlerimiz var. Haksızlıklara susmamış, bu uğurda bedeller ödemişler. Oku oku bitmiyor o güzel insanların anlı, şanlı mücadeleleri. Okudukça öğreniyoruz, öğrendikçe güçleniyor ufkumuz açılıyor ve gözlerimizin içi gülüyor. Zalimler, iktidara güvenenler, “bizden korkun” der gibi. Bir sınıfın parçası olmayı kavramak ne güzelmiş. Ezilen halkımızın tarafında ve onların bir neferi olmak, insana tarifi mümkün olmayan bir mutluluk veriyor. Hele kuracağımız o sınıfsız, sömürüsüz dünyayı düşünmek, ona şekil vermek, bu gücü kendinde hissetmek mutlulukların en büyüğü olsa gerek. Tabiî ki bunları yapabilmek için bu çürümüş sistemi, vahşi kapitalizmi ortadan kaldırarak sosyal bir devlet anlayışını hakim kılmamız gerek.