HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında konuştu. Her gün yeni bir hamle ile karşılaştıklarını söyleyen Sancar, “Ancak ne yaparlarsa yapsınlar başaramayacaklar. Bu hamlelerin hepsi nafiledir. Önümüzdeki hafta pazartesi günü bir kumpas ve kuşatma davası başlıyor. 26 Nisan’da bundan 6 yıl önce gerçekleşmiş olaylarla ilgili hazırlanmış iddianame üzerinden bir dava başlayacak. Kobanê Davası adıyla biliniyor” dedi.
Önceki dönem Eş Genel Başkanlarının Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile partilerinin önceki dönem MYK üyeleri ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi hakkında açılan davayı hatırlatan Sancar, “Bu dava neden açıldı, hatırlatmakta fayda var. 2014 yılında IŞİD, Şengal soykırımından bir ay sonra Kobanê şehrine saldırmıştı. Orada yaşayan halkları, başta Kürtler olmak üzere soykırımdan geçirmek istiyordu. Yeni bir soykırım peşindeydi” diyerek şu değerlendirmelerde bulundu:
IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı Türkiye ve bütün dünya ayağa kalkmıştı; acil çağrılar yapılıyor, protestolar gerçekleştiriliyordu. Türkiye’de yaşayan Kürtler ve demokrasi güçleri başta olmak üzere milyonlarca insan bu vahşete dur demek ve hükümetin Kobanê’ye geçişlere izin vermesini sağlamak için sokakta demokratik gösteri haklarını kullanıyordu. Tüm bu zaman diliminde Çözüm Süreci devam ediyordu, İmralı görüşmeleri ve partimizin heyeti ile hükümet arasında diyalog sürüyordu. Herkesin şunu net olarak bilmesini istiyoruz. Bu hukuki bir dava değil, siyasi bir intikam davasıdır. Bu, kapsamlı bir tasfiye operasyonudur.
Bu, yıllardır sürmekte olan darbe planının yeni ve belki de en önemli kavşağıdır. Bir kumpas davası ile karşı karşıyayız. HDP’nin demokratik siyaset yapma hakkını ve Kürt halkının siyasette özne olma iddiasını ortadan kaldırma çabasıdır. Bu kumpas davasının içerisinde hukuk yok, hakikat yok, belge bilgi delil yok. Aynı kapatma davası gibi temelsizdir ve çökmeye mahkumdur bu dava da.
Biliyorsunuz bize yönelik saldırı ve kuşatma dalgasının son halkasıydı kapatma davası. Hazırlanan iddianamenin ne kadar çürük, temelsiz, saçma ve boş olduğunu söylemiştik. Nihayet AYM de oy birliği ile bu görüşlerimizin doğruluğunu ortaya koydu. İddianamenin düzeltilmesi mümkün olmadığı için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına düşen de meseleyi gündemden çıkarmaktır. AYM’nin açtığı bu kapıdan hukukun ışığının bir nebze bile olsa girmesine imkan tanımaktır. Bu dava gündemden düşmelidir, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı boşuna zaman harcamamalıdır. Türkiye’deki demokratik siyaseti yok etme planlarının bir parçası olmamalıdır. Bu dava gündemden düşsün. Böylece Türkiye’de yeni bir dönemin bir adımı atılsın.
Kobanê Davası bir kumpas davası dedik. Bunun başlangıcı 7 Haziran seçimlerinden sonraya denk geliyor. Sandıkta ağır bir yenilgi alan AKP Genel Başkanı “Bu partinin yöneticileri bunun bedelini ödeyecektir” demişti. Evet davayı başlatan da aslında tam olarak bu sözlerdir. Mesele burada açıkça anlaşılıyor. Kaybetmenin acısını siyaseten HDP ve halka ödettirmek istiyorlar. Dokunulmazlıkların 2016 Mayıs’ında kaldırılmasından sonra HDP’ye yönelik 4 Kasım’da gerçekleştirilen darbe bu sürecin diğer bir aşamasıydı. Kobanê Davası bir başka aşaması. Demokratik siyaseti çökertme ve demokrasi umutlarını bütünüyle tasfiye etme planının önemli bir halkası ile karşı karşıyayız. Demokrasiyi tümüyle sıfırlamak isteyen tekçi iktidar düzenine ve faşizme karşı mücadele yürüterek ve demokrasiyi yaşatarak topluma nefes aldırmaya çalışan, özgür ve eşit bir yaşamı, gerçek adaleti, onurlu ve adil barışı kurmak isteyen tüm demokrasi güçlerini ve toplumsal muhalefeti hedef alan bir dava ile karşı karşıyayız. Bu kumpas davası aynı zamanda kapatma davasında olduğu gibi hukuk zemininden tamamen çıkmıştır ve ülkeyi tekçi iktidarın hedef ve amaçlarına göre dizayn etme çabasının bir aracı haline gelmiştir. HDP’nin karşısına siyasetle çıkamıyorlar; onu zulümle, baskıyla, yargıyla, polisle sindirmeye çalışıyorlar. Ama nafile, bu yolda yürüyüşümüz kararlı bir şekilde devam edecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Yargılanan değerli dostlarımız, yoldaşlarımız mahkeme salonlarında tarihi savunmalar yapacak, bütün bu iddiaları bir bir çürütecek ve yalanları ortaya serecektir. Duruşmalar hukuksuzluğun, kumpasların yargılandığı gerçek bir adalet hesaplaşmasına dönecektir. Bu dava yalan üzerine kurulmuştur. Dediğim gibi arkadaşlarımız mahkeme salonlarında bunları ayrıntılı olarak ortaya koyacaktır. Ama ben şimdiden birkaç yalanı kamuoyuyla bir kez daha paylaşmak istiyorum.
Ne demişlerdi: “HDP 7 Haziran seçiminden sonra halkı sokağa döktü”. Bizzat Cumhurbaşkanı söyledi bunu. Yalan! Gerçek ne? 6-8 Ekim protestoları 7 Haziran seçiminden tam 8 ay önce gerçekleşmişti. Diğer bir yalan da şuydu: 6-8 Ekim protestoları HDP’nin attığı tweetle başladı. Külliyen yalan! Peki, gerçek ne? Protestolar IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarıyla beraber Eylül ayının başlarında ortaya çıkmıştı. Ölümler ne zaman yaşandı? Ölümler Erdoğan’ın 7 Ekim’de Antep’te söylediği “Kobanê düştü düşecek” sözünden sonra polisin Muş’un Varto ilçesinde protestocuları otomatik tüfeklerle taramasıyla başladı. O güne kadar barışçıl süren protestolara kan bulaştı, kaos ortaya çıktı, karanlık bir ortam ortaya çıktı.
HDP’nin tweeti halkı sokağa döktü, halkı şiddete teşvik etti.” Bir başka yalan. Gerçek ne? HDP’nin tweeti barışçıl bir protestoya çağrıydı. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yüz binler hatta milyonlar HDP’nin tweetinden önce IŞİD barbarlığına karşı protestoya başlamışlardı. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kurumlar ardı ardına acil çağrılarda bulunuyorlardı. “HDP yöneticileri olayları kışkırttı.” Bir başka yalan. Biliyoruz ki o dönem Çözüm Süreci devam ediyordu. Olayların durdurulması için Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken İçişleri Bakanı ile sürekli diyalog halindeydi. Hatta Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş da dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da telefon görüşmeleriyle birlikte izliyordu. Bu görüşmeler esnasında dönemin İçişleri Bakanının kullandığı bir söz var arkadaşlarımızın bize aktardığı, diyor ki “Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var.
Yalanlar ve kumpaslar bitmiyor. Bugün elimize bir belge geçti. Bunu şimdi sizlerle paylaşacağım, kamuoyunun bilgisine sunacağım. Bu belge TEM Şube Müdürlüğünün bilgi notu. Elimizde bu belge duruyor, basına da vereceğiz. Bizim herhangi gizli saklı bir faaliyetle elde ettiğimiz bir belge değil. Bizatihi savcılığın dosyada unuttuğu bir belge. Savcı belgeyi klasörün içinde unutmuş ve avukat arkadaşlar bu belgeyi bulup çıkarmışlar. Bu belge emniyetin savcıya nasıl talimat verdiğini açıkça gösteriyor. Tarihini söyleyeyim 26 Ekim 2018 yani 2 buçuk yıl önce. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanıp savcıya verilmiş bir belge. Yargıya açıkça talimat veriyor. Belgeden bir bölümü okursam daha iyi anlaşılacak.
7 Haziran’dan birkaç ay sonra hazırlanmış bu belge, isimler sayılıyor. “Milletvekili seçilen Ayhan Bilgen, Garo Paylan, Hüda Kaya, Meral Danış Beştaş, Saruhan Oluç, Serpil Kemalbay Pekgözegü, Sezai Temelli hakkında dosya kapsamında seçimden önce soruşturmalarına başlanmış olması, şüphelilerin şüpheli sıfatını teslim edecek soruşturma işleminin yapılmış olması nedeniyle Anayasanın 14. maddesi gereğince adı geçen 7 şüpheli hakkında Anayasanın 83. maddesinde geçen yasama dokunulmazlığına ilişkin güvencenin geçerli olmayacağı soruşturma kapsamında değerlendirilmiştir.” Ne demek istiyor? Diyor ki bunlar evet seçildiler, ama dokunulmazlıklarını tanımayın, ne yapın? Bu 7 şüpheli hakkında, gözaltı, tutuklama, sorguya çekme işlemlerini yapın diyor. Bunların yapılmasında hukuki bir engel yoktur diyor. Yani dönemin MYK Üyelerine yapılan gözaltı operasyonu kapsamında adı sayılan milletvekillerimizin dokunulmazlıkları kaldırılmadan onların haklarında da gözaltı ve tutuklama işlemlerinin yapılmasını istiyor TEM. Savcıya bu talimatı gönderiyor. Kimler hazırlıyor, bu dosyalar nerede hazırlanıyor, nasıl oluşturuluyor? İşte size bütün yalanlara ayrıca ilaveten bir kumpas belgesi. Kim bilir bunun gibi daha ne belgeler var? Dosyaları inceledikçe karşımıza çıkacaktır muhtemelen, belki unuttukları başka şeyler de vardır. Ama eğer dosyalara koymamışlarsa da bu hakikatleri örtemeyecekler.
Bununla da TEM’in savcıya talimatları bitmiyor. Diyor ki, bu davayı kullanarak HDP’yi kapatmak mümkündür. Yani kapatma davasının hazırlığını Terörle Mücadele Şubesi savcıya talimatla başlatmak istiyor. 2018, 26 Ekim. O paragrafı da okuyayım. “Bu nedenle HDP’nin 6-7-8 Ekim olaylarında şiddetin odak merkezinde bulunduğu kabul edilecek. Anayasa’nın 69’uncu maddesinde ise bu hususun kapatma nedeni olarak gösterildiği hukuki olarak değerlendirmiş. Yukarıda ismi geçen şüpheliler hakkında TCK 302 uyarınca terör nedeniyle cinayet, cinayete teşebbüs, yaralama, mala zarar verme nedeniyle iddianame düzenlenmesi halinde – işte geliyoruz kritik cümleye- anayasal mevzuatımıza göre parti kapatma sonucunun da ortaya çıkacağı hukuken değerlendirilmektedir.” Kim yapıyor bunu? TEM.
“Bu ülkede hakikat ve adalet mücadelesini yürüten milyonlar var”
Biz diyoruz ya kapatma iddianamesi de Kobanê Davasının iddianamesi de savcılar tarafından en azından adil ve yetkin savcılarca hazırlanmamıştır. Bunlar karanlık dehlizlerde çeşitli kumpas oyunları ve senaryolarla hazırlanmış ve savcılara böylece tevdi edilmiştir. Ha gönüllü katkı sunan, hatta işin içinde büyük bir cevvallikle yer alan savcılar yok mudur? Vardır biliyoruz çünkü, iktidara bağlı hareket etmeyi her şeyin üzerinde gören yargı mensupları da var. Ama bu ülkede vicdanlı insanlar da var. Her şeyden önce bu ülkede hakikat ve adalet mücadelesini yürüten milyonlar var. Bu milyonlar bu kumpası çökertecekler.
Ne yapmak istiyorlar? Kurdukları devasa bir yalan sistemi var. Bununla toplumsal hafızayı yok etmeyi, toplumu hafızasızlaştırmayı hedefliyorlar, sanki bu mümkünmüş gibi. Yok, arkadaşlar, bizler hakikati haykırdıkça ve bunun için mücadelemizi kararlılıkla sürdürdükçe toplumun hafızasını da karartamaz, bu kumpaslarıyla da hiçbir şekilde sonuç alamazlar.