Eyidoğan; “ Türkiye Afet Yönetiminde Uluslararası Yeni Politikanın Dışında Kalmıştır...”
CHP İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan; “Göç alan ve plansız, denetimsiz büyüyen şehirlerimizin, bilimden ve akılcılıktan uzaklaşmanın vebalini taşıyamayacak kadar “deprem riskleri artan”yerleşmelere dönüştüğünü…” bir kez daha hatırlatarak Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) hakkında gazetemize açıklamalarda bulundu.
CHP İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan geçen hafta sonu Esenler Turgutreis Mahallesinde kentsel dönüşüm konutlarında incelemelerde bulunmuştu. TBMM’de de 2014 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı çerçevesinde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Bütçesi hakkında görüş bildirdiğini ifade eden İstanbul CHP Milletvekili Haluk Eyidoğan şunları söyledi;
“Bugüne kadar yaşadığımız afetler, Türkiye’de yeni ve bütünleşik bir afet yönetim düzeninin bir an önce kurulmasını gerektiriyor. Çağdaş bir risk yönetim ve müdahale düzeni hala kurulamamıştır.
AFAD ULUSLARARASI GELİŞMELERDEN HABERSİZ KALMIŞTIR VE YETERSİZDİR
Hükümet 7 yıl bekledikten sonra, 2009 da 5902 sayılı yasayla Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığını (AFAD)kurdu. Ancak, AFAD, yasasının içeriği ve genel nitelikleri itibariyle afet risklerini azaltmada uluslararası gelişmelerden habersiz kalmıştır ve yetersizdir.
Hükümet, “bu dönem yapacağız” söylemleriyle, hâlâ deneme-yanılma yoluyla ve “göç yolda düzülür” mantığıyla ülkemizde afet yönetimini kurmaya çalışmaktadır. Hükümet yalnızca yardım dağıtarak ve müdahaleye odaklanarak-ki onu da gereği gibi yapamıyor-afet yönetimi yapılamayacağını artık anlamalıdır.
BÜTÇE RİSK AZALTMA DEĞİL MÜDAHALE ÜZERİNE KURGULANMIŞTIR
İktidarın on birinci yılında, 1 Şubat 2013 ’ Bakan Beşir Atalay, “Türkiye afet öncesi hazırlıkta, farkındalıkta, bilinçlendirmede yeterli değil. Onu bu dönem güçlendireceğiz” şeklindeki ifadesiyle bu yetersizlikleri itiraf etmiştir. Peki bu farkındalığı yaratmak için 2014 bütçesinde ayırdıkları para ne? Ben size söyleyeyim: 9 milyon TL, yani bütçenin % 1.
Bakanın itirafından anlaşılan o ki, “risk azaltma”konusunda durum daha da vahimdir.
Bakınız AFAD ın 2014 bütçe teklifi 840 milyon TL dir. Maalesef Planlama ve Zarar Azaltma Daire Başkanlığına verilen ise tüm bütçenin % 9 udur. Ama, afet sonrası müdahale ve iyileştirmeye ayrılan pay ise bütçenin %40 dır. Yani bütçe risk azaltma değil müdahale üzerine kurgulanmıştır.
Peki, iyileştirme için bu kadar para ayrılması anlayışına rağmen Van ve Erciş te yaşanan insanlık dramına ne denir? Van depreminin üzerinden 26 ay geçti. Oralarda hala konteynırlerde yaşamak zorunda olan 120 civarında aile var. Türkiye’nin hak etmediği insanlık dramı hala sürüyor. Orada dün gece hava -10 dereceydi. Ailelere “konteynerleri terk edin” deniyor. 107 gün oldu. Van daki Konteynerlerde elektrik, Erciş teki konteynerlerde hem elektrik, hem su kesik. Çocuklar okula gidemiyorlar. Sağlık sorunları had safhada.
BİZİM VANLI RABİA HALA EVSİZ
Diyor ki Rabia “3 çocuğum var. TOKİ konutları bana çıkmadı. 7 ay Mevlana evi denen bir oda kadar bile olmayan yerde kaldım. Çocuklarımızı buradaki okullara kayıt etmiyorlar. Büyük kızım depremden sonra sara hastalığına yakalandı. Daha önceböyle bir rahatsızlığı yoktu. Dışarda bayılıyor. ...Çocuklarım, en çok da büyükkızım akşamları uykudan uyanıp ağlıyor. Devletten herhangi bir yardım almadım. Komşularım yardımediyor. Çocuklarım ‘neden böyle’ diye bu halimizi, durumumuzu sorguluyorlar. Bir evimiz olmadığı içinbunlar yaşanıyor.”
Suriyelilerin barındığı konteyner kamplarda mültecilere verilen her türlü imkan ve yardımlar bu depremzedelere neden verilmiyor?
TÜRKİYE AFET YÖNETİMİNDE ULUSLARARASI YENİ POLİTİKANIN DIŞINDA KALMIŞTIR
1990'dan bu yana uluslararası afetler politikası değişmiştir. Bu yeni politika, afet öncesinde ve bir süreklilik içerisinde risklerin belirlenmesive azaltılmasıçalışmalarına öncelik verir.
Bugün BM çatısı altında hemen her ülke, yeni politikanın gereklerini yerine getirmiş, kurumsal ve yasal değişiklikler yapmış, özellikle risk yönetimi konusunda uzman birimler oluşturmuşlardır.
Hükümet alternatif görüşleri hiçe sayarak planlama, yerel yönetimler, kentsel dönüşüm ve hatta kentsel aktörlerin yer alacağı risk yönetimi eylemlerini doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın görev alanına sokmuştur.
Eğer Bakanlık risk azaltma yönetimini yapacaksa, AFAD'ın mevcut durum, kapasite ve eylemlerini Bakanlık gözden geçirmelidir. Aksi takdirde “çok başlılık”durumu yeniden hortlayacaktır.
AFAD'ın risk yönetimi konusunda yetkinleşmesi isteniyorsa bu kurumun köklü biçimde değişikliğe uğraması gerekmektedir. Risk yönetimi kanadını oluşturmak üzere 5-6 yeni daire başkanlığı ile planlama kadrolarının geliştirilmesizorunludur.
Yerleşmelerin risk düzeylerinin belirlenerek önceliklerinin bilinmesi, buna uyumlu politikalar geliştirilmesi, korunmasız kesimlerin tanımlanması, planlama ve kullanım uyarlamaları ile risklerin azaltılmasının uygulanmasını sağlama yöntem ve araçlarına bugünkü AFAD sahip değildir.
Türkiye'nin onaylamış olduğu uluslararası toplantıların belgelerindeki diğer ilke ve kararlar ile risk azaltma etkinlikleri şunlardır:
1- toplum katılımının sağlanması,
2- her tür ve ölçekteki planlamada risklerin göz önüne alınması,
3 - şehirlerde artan risklere ve kentsel yoksulların risklerine öncelik verilmesi sağlanmalıdır.
Bu kararlara yürürlük kazandırmak üzere Birleşmiş Milletler 2007 her ülkenin kendi ulusal, kentsel, yerel platformlarının oluşturmasını tavsiye etmiştir.
Ayrıca BM uluslararası 'dirençli kentler'kampanyası ile kentlerde önlemleri ön plana çıkarmış, kent yönetimlerine 'uluslararası aktör'kimliği vermiştir. Kentsel yönetimler uluslararası çalışma grupları ve dayanışma ortaklıkları kurmuşlardır. Türkiye bu girişimlerden maalesef hayli uzak kalmıştır.
TOTALİTER VE BASKICI BİR DÜZENİ KURULUYOR
Nitekim, göç politikasızlığından, çevre ile ilgili kararlardan, Gezi olaylarında yaşananlardan ve TMMOB ile ilgili yasal düzenlemelerden gördük ki Hükümet, bırakın platformlar, çalışma grupları ve dayanışma ortaklıkları oluşturma niyetini, bunların oluşmamasını sağlamaya yönelik totaliter ve baskıcı bir düzeni kurmaktadır.
Bu ülkede yüzücü gözlüğü takıp sokağa çıkarsanız veya pankartlı oturma eylemi yaparsanız tutuklanabilirsiz. Meslek odası basılıp sempozyum bildiri kitapçığı toplatılabilir. Derenizi savundunuz diye dövülebilirsiniz. Kentsel yağmaya karşı çıktığınız için gaz bombasına ve plastik mermiye maruz kalabilirsiniz. Hatta öldürülebilirsiniz.
Ülke çapında genel anlayış ve yapılanma bu haldeyken, özellikle halkımızın yüzde 75’inin yaşadığı illerde il afet yönetimi düzeni ne durumdadır acaba? Yaptığım incelemeler sonunda şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; “Şehir depremleri süreci”ne girmiş ülkemizde bu noktada durum 1999 depremi öncesinden daha iyi değildir. Önümüzdeki 25 yılda Marmara Denizinde 7 ve daha büyük bir depremin olma olasılığı riski %65 olduğunu aracılığınızla kamuoyunun bilgilerine sunmak isterim…”