Tarih: 24.07.2013 14:49

Baskı ve engellemelere karşı özgürlük mücadelesi sürdürülecek

Facebook Twitter Linked-in



Baskı ve engellemelere karşı özgürlükmücadelesi sürdürülecek

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, sansüre başkaldırının 95. yıldönümünde gazetecilerin, medya-siyaset-ticaret üçgeni, ağır para cezaları, yasal engellemeler, hapis cezaları, fiziksel saldırılar ve baskılara karşı basın özgürlüğü mücadelesini sürdüreceğini vurguladı

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, sansüre başkaldırının 95. yıldönümünde gazetecilerin, medya-siyaset-ticaret üçgeni, ağır para cezaları, yasal engellemeler, hapis cezaları, fiziksel saldırılar ve baskılara karşı basın özgürlüğü mücadelesini sürdüreceğini vurguladı.

Demokrasi mücadelesine koşut olarak ilerleyen basın özgürlüğü mücadelesi, Türkiye tarihinin keskin dönemeçlerinde gazetecilerin yaşamlarını yitirecek kadar ağır bedeller ödedikleri zorlu bir yolculuktu. Tarihi politik ve ekonomik çalkalanmalarla günümüze aktı; ancak halkın haber alma hakkını demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru sayan gazetecilerin özgürlük mücadelesi tamamlanmadı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, sansüre başkaldırının 95. yıldönümünde gazetecilerin, medya-siyaset-ticaret üçgeni, ağır para cezaları, yasal engellemeler, hapis cezaları, fiziksel saldırılar ve baskılara karşı basın özgürlüğü mücadelesini sürdüreceğini vurguladı.

Türk basını, sansüre karşı direnişin 95. yıldönümünde, özgürlük mücadelesinin sürdürüleceği olumsuz koşullardan kurtulabilmiş değil. Örgütsüz gazetecilerin 'gazetecilik duruşu'nu korumasını engelleyen çıkara dayalı baskılar ve bu baskılara direnmenin getirdiği işini kaybetme riski, saldırılar, manüplasyon ve propagandaya alet edilme çabaları basın özgürlüğü mücadelesini her geçen gün daha da gerekli kılıyor. Gazeteciler, habere ulaşma ve yayınlama sürecindeki engellemelere karşı özgürlük mücadelesini, tam demokrasiye ulaşılıncaya dek sürdürmeye kararlı. Simgesel kökeni 24 Temmuz 1908'de gazetecilerin sansüre başkaldırısına dayanan Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin "Basın Özgürlüğü Ödülü"yle bu yıl bir kez daha anlamlı kılındı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, basın özgürlüğünün Türkiye'deki durumu, sansür, özgürlük mücadelesinin yöntemleri konularında sorularımızı yanıtladı:

Basın özgürlüğü neden gerekli?
Şimdi eğer demokratik bir yönetime geçmek ya da sürdürülmek isteniyorsa saydam bir ülke olması gerekiyor. Eğer seçmen dediğimiz vatandaş, tercihini doğru yaparsa demokrasi gelişiyor. Seçmenin doğru tercih yapması için de ülkede olup bitenlerden, yaşananlardan bilgi sahibi olması gerekiyor. Bunu engellediğiniz zaman adı demokrasi olsa da yönetim şeklinin gerçek bir demokrasi olduğunu söylemek mümkün olmuyor. O nedenle, "halkın bilgilenme hakkı" diye son dönemlerde daha da kapsamlı bir hale getirilen, "ifade özgürlüğü" diye tanımlanan kavramın içinde basın özgürlüğü de var. O nedenle basın özgürlüğü yoksa, demokrasiden söz etmek mümkün değil.

24 Temmuz Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü nasıl doğdu?
Her mesleğin kendine özgü bir günü var. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1946 yılında kurulduğu zaman "gazeteciler için de bir gün belirleyelim" düşüncesi ortaya atılmış. "İlk gazetenin çıktığı günü belirleyelim" demişler. Ama iki ayrı görüş ortaya çıkmış. Türkiye'de ilk gazetenin çıkışı, tabii Osmanlıdan sonraki Cumhuriyet döneminde kalan topraklar üzerinde. İlk gazetenin çıkışı kimilerine göre 1831, yani Takvim-i Vakayi'nin yayınlanışı. İlk Türkçe gazete ama onu, resmi gazete olduğu için ilk gazete saymayan görüştekiler de 1861, yani Tercüman-ı Hakikat'ın çıkışını ileri sürmüşler. Bu anlaşmazlık nedeniyle o konuda bir görüş birliği olmamış. Bunun üzerine Fatih Rıfkı Atay, Akşam gazetesinde 24 Temmuz'u ortaya atmış. 24 Temmuz bildiğiniz gibi II. Meşrutiyet'te 1908'de Anayasa'nın yeniden yürürlüğe girmesinin ertesinde 24 Temmuz'da çıkan gazetelerin, gazeteciler tarafından sansür memurlarına verilmeden, gösterilmeden çıkarılmış olduğu bir gün. Yani bir başkaldırı simgesi. Bu nedenle 24 Temmuz kabul edilmiş ve tabii Basın Bayramı olarak belirlenmiş.

Türk basını günümüzde gerçekten özgür mü; 24 Temmuz gazeteciler için bayram olma özeliğini günümüzde de koruyor mu?
Bu Basın Bayramı 1971'e kadar geldi. 12 Mart sonrasında gerek Anayasa'da yapılan geriye dönük kötüleştirmeler ve sıkıyönetim dönemlerinin de başlamış olması, bunun bayram olarak kutlanmasını olanaksız kıldı. Ama tarih değiştirilmeden "Geleneksel Gazeteciler Günü" olarak anılmaya ve törenler düzenlenmeye devam etti. Daha sonra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, yaptığı tüzük değişikliği ile 24 Temmuz'u "Geleneksel Gazeteciler Günü ve Basın Özgürlüğüne Ulaşmada Mücadele Günü" olarak belirledi ve 24 Temmuzlar bu kapsamda anılır oldu. Daha sonra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1989'da basın özgürlüğü için mücadele eden kişi ve kuruluşlara özgü Basın Özgürlüğü Ödülü koydu. Amaç, basın özgürlüğünü gündemde tutmak, yani sansürün ilk kaldırılışının kutlanması, o yıllardan sonra Türkiye'de sansür uygulanmadığı ya da sansür sonucu yaratılan yasal sınırlamaların olmadığı anlamına gelmiyor. Biz de 24 Temmuzları geleneksel olarak basın özgürlüğünü, tabii halkın bilgilenme hakkının kullanılması yönünde sağlanması konusunda örgüt olarak çaba gösteriyoruz.

Geçmişle bugün karşılaştırıldığında sansürün yöntemleri açısından ne gibi farklar göze çarpıyor?
Tabii sansürün hukuken Osmanlı dönemindeki tanımı "teftiş ve muayene"; yani "basılmadan önce denetlenmesi ve kontrol etme" anlamına geliyor. Ama artık sansür uygulamak o tanımın çok dışında gerçekleşiyor. Ya belli dönemlerde "o haberi koyamazsın" diye sözlü tebligatlar yapılıyor ya da yasalarda öyle hükümler yer alıyor ki zaten o belirli konuların haber yapılması ağır para cezalarına ya da hapis cezalarına yol açıyor. O nedenle gazeteciler daha aşırı bir oto-kontrol ya da oto-sansür yapmaya zorlanıyorlar. Mustafa Ekmekçi 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde gazetecilik yapan ustalarımızdan biriydi. Ona bir gün sormuşlar, "Bu kadar cesur yazıları nasıl yazıyorsun" demişler. O da "korka korka" demiş. Bu, her dönemde yaşanan bir olgu.

Tarihsel süreç göz önüne alındığında basın özgürlüğü mücadelesinin yöntemleri değişti mi?
Gazeteciler açısından değişti. Yani "Ne değişti" dersek, basın özgürlüğünden bahsedebilmek için gazetecilerin de özgür olmaları gerekli. Tabii özgür olması, herkesin istediği gibi yazabileceği, kişilik haklarına saldırıda bulunabileceği anlamına gelmiyor. Özgürlük tanımının içinde bunlar yok. Mesela savaş kışkırtıcılığı, dil, din, ırk cinsiyet ayrımcılığı yok. Yani özgürlük dediğimizin de kendi içinde belli sınırlamaları var ve meslek ilkeleri de var. "Gazeteciler neleri yapmalı, neleri yapmamalı" gibi kuralları da göz önüne alarak basın özgürlüğünün sınırlarını belirlemek lazım. Yoksa o zaman kargaşa, hatta karmaşa dönemine girilir ki bunu savunmak da gazeteciler için pek doğru olmaz. Nitekim Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, "Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi"ni belirleyip sorumluluk alanına koydu. Aşağı yukarı kamuoyundan, diğer meslek örgütlerinden, yani haber kaynağı olarak yararlandığımız meslek örgütlerinden de geniş bir katılımla hazırlandı bu bildirge. Sadece gazetecilerin değil hukukçuların, doktorların, mühendislerin katkıları da var. Onların da kendi görevlerini yerine getirirken veya haber başvuruları yapılırken nelerin yapılıp yapılmayacağı konusunda kendi ilkelerine uygun olarak davranmaları sağlanmış oldu.

Türkiye'de basın özgürlüğü mücadelesinin gazeteciler için bedeli ne olmuştur?
Basın özgürlüğü mücadelesinin belirli dönemlerinde bu bedel gazeteciler için ağır olmuştur. Gazeteciler bu mücadelede hayatını kaybetmiş, öldürülmüş, hapis cezaları almış, olağanüstü yüksek para cezalarına çarptırılmış ya da mesleğinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Bugün bu koşulların ortadan kalktığını söylemek zor. Öyle olsaydı bizim bu ödülü vermemizin gerekçesi ortadan kalkardı. Yerel ve bağımsız basına 2002 yılı yasa değişiklikleriyle olağanüstü yüksek, öldürücü para cezaları konuldu. Sayın Cumhurbaşkanı bu değişiklikleri iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne gönderdi. Ama yargı süreci tamamlanana kadar bu öldürücü para cezaları uygulanmaya devam ediyor. Örneğin Siyasi Partiler Yasası'na göre belirli konularda İçişleri Bakanlığı ve Cumhuriyet Başsavcılığı'na partilerin bazı bildirimleri zamanında yapmamasının cezası 82 milyon lira. 2003 Türkiyesi'nde ülkeyi yönetme iddiasındaki siyasi partiler için durum budur. Ama yayınladığınız gazetenin iki nüshasını en büyük mülki amirliğe ve savcılığa vermezseniz 31 milyar 800 milyon lira para cezasına çarptırılırsınız. Bu örnek, basına karşı tutumun simgesidir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak Basın Yasası'nın makul şekilde değiştirilmesi için iktidar ve ana muhalefet partileri nezdinde girişimlerimiz var.
Halkın haber alma hakkının özgürce kullanılmasından sorumlu gazeteciler için basın özgürlüğünü yaşama geçirmenin ölçütü nedir?

Gazeteci habere, elindeki bilginin çıkar ilişkilerine mi hizmet edeceği, yoksa okurun bilmesi gereken gerçeklere mi yönelik olduğu açısından bakmalıdır. Haber değerlendirme kriterlerini dikkate almalıdır. Etik ilkeler, gazete sahibi ya da haber kaynağının çıkarı ile okurun bilmeye hakkı olduğu gerçekleri ayırmasında ölçüt olmalıdır.
Türkiye'de son yıllarda görülen gazetecilik uygulamaları, basın özgürlüğü mücadelesine katkıya yönelik çabalar mı?

Türkiye'deki son dönemlerde, özellikle 1980 döneminden sonra değişen ve bir ölçüde de yozlaşan gazetecilik uygulamalarının sağlıklı bir uygulama olduğunu söylemek zor. Basın özgürlüğü için gazetecilerin de özgür olmaları gerekiyor. En azından sendikal haklarına 1984 sonrasında kimi işverenlerin ya da işveren vekillerinin dayatmaları ile uygulanan sendikasızlaştırma operasyonu sonrasında gazeteciler özellikle sosyal ve ekonomik haklarını da yitirdiler. Bu durum özgürlük mücadelesini olumsuz etkiledi. Türkiye'de 1980 sonrasında medya-ticaret-siyaset üçgeni olarak nitelenen ilişkiler ağının basın özgürlüğü açısından zararı oldu.

Genç gazetecilere basın özgürlüğü mücadelesinde hangi sorumluluklar düşüyor?
Basın özgürlüğü mücadelesinde genç gazetecilerin daha bilgili, donanımlı, gözüpek olması gerekiyor. Genç gazetecilerin demokrasi sürecine katkı açısından önleri daha açık. Ama bu çabayı gösterirken kendilerinden "Don Kişot"luk yapmamalarını, örgütlü mücadele içine girmelerini öneririm. Tek başlarına mücadele, mesleklerini devam ettirmeleri açısından sakıncalı. Gazetecilik işkolu, işyeri sayısı açısından sınırlı. Yerel medya da ekonomik açıdan güçsüz. Usta-çırak, ağabey-kardeş ilişkisi de eskiye göre azaldı. Bunda teknolojinin gelişmesi, erken baskı etkili oldu. Artık genç gazeteciler tek başlarına yaptıklarının doğruluğunu test edebiliyor. 1980 sonrası kuşak mesleğini kaybetme riskiyle gazetecilik yapmaya başladı. Örgütlenmenin önemi arttı. Ben genç gazetecilerin, basın özgürlüğü mücadelesini sürdüreceklerinden umutluyum.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —