BİR OĞLUMUZ DOĞDU, ADINI İMRALI KOYDUK
Bin dokuz yüz altmışla, seksen yılları arası dönem Türkiye’de özgürlükler ve demokrasi mücadelesinin en yükseğe tırmandığı dönemdir. Bu dönemin öğrenci liderlerinin, gençlik liderlerinin neredeyse tamamı ya özgürlük karşıtlarının, demokrasi ve emek karşıtlarının sinsi ve kalleş pusularında, ya jandarma kurşunlarıyla, ya da idam sehpalarında yaşamlarını yitirdiler.
Ne var ki, Türk halkı bu gençlik liderlerinin ülke sevdalısı olduklarını, emek ve demokrasi sevdalıları olduklarını unutmamak için, onlara duyduğu sevginin bir ifadesi olarak çocuklarına o dönemin gençlik liderlerinin adını koydu.
İşte ondandır ki, bir kuşağın gençliğinde sıklıkla “Deniz, Mahir, Özgür, Taylan, Yılmaz, Ulaş, Devrim, Çağdaş …gibi adlara rastlarız.
Bu isimler bir bakıma simge isimlerdi. 12 Eylül faşist darbesiyle ve akabinde aynı zihniyetle gelen ANAP iktidarları dönemiyle isimler de değişmeye başladı. Özellikle cemaatlerin ülke siyasetinde hakim güç olmaya başlamalarıyla birlikte bu daha da belirginleşmeye başladı.
Örneğin: Erzurum’da görev yapmakta olduğum okula bir gün bir veli geldi. Yanında çocuğu. Kayıt yaptıracak. Çocuğun adını sordum;”Enes Bin Malik” diye yanıt verdi babası. Şaşırdım. Doğru mu duydum acaba diye tekrarlamasını istedim. Evet, doğru söylemişti adam. “Doğum yeri Cezayir veya Tunus mu?” diye takıldım adamcağıza. “Sen işini gör hocam” diyerek çıkıştı herifçioğlu.
O günlerden başlayan yaralanmalar, o günlerden başlayan kanamalar, ya da o günlerde atılan tohumlar şimdi semeresini vermeye başladı.
Atatürk Türkiye’sine, Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı olanlar önce Türkçe sözcüklerle mücadele etmeye başladılar. Bunlara kendilerini çağdaş sanan bazı aymazlar da eşlik ettiler. Vitrinlerimizin, işyerlerimizin adı ya İngilizce, Fransızca, ya da Arapça sözcüklerle süslendi.
Dükkanlarımıza store, market, grosmarket dedik, sayı tabelasına skorbord, bilgi alışverişine brifing dedik. Tesettür giyim, ikbal, selamet, maşallah isimlerine özendik.
Sonra öyle bir noktaya geldik ki, Türkçeden, Türk olmaktan utanmaya başladık. Bu ülkenin kurucusuna dil uzatmaya başladık. Küfre varan hakaretler sıraladık. Adını okullardan, kurumlardan silmeye başladık. Dünyanın en yenilikçi, en ileri görüşlü insanını, en çağdaş insanını, en cumhuriyetçi insanını bu ülkenin meclisinde, kendi kurduğu meclisinde, cumhuriyetini temsil eden milletvekilleri aracılığıyla eleştirmeye, hırpalamaya başladık.
Sonra bu ülkeyi bölmek için emperyalist güçlerle birlikte hareket eden bir terör örgütünün lideriyle, onun çizdiği yol haritasına uyarak yeni anayasalar yapma telaşına düştük.
Şimdi artık çocuklarımıza yeni adlar da verebiliriz: Örneğin en moda ad İMRALI olabilir. Evet evet, İmralı en uygun ad. “İmralı ile görüşme, İmralı şöyle dedi, İmralı böyle talimat verdi. İmralı’yla görüşmeye ikinci grup gidebilir. Biz İmralı ile masaya oturmuyoruz. İmralı ile görüştüğümüzü ispatlayamazsan şerefsizsin.…gibi.
Korkuyor musunuz ABDULLAH ÖCALAN demekten? Utanıyor musunuz?
Daha dün benim ecdadımı küçük düşürüyor diyen, milliyetçiliği kimseye bırakmayan dizilere yasak koyan beyler bugün Milliyetçilik sizi niye bu kadar rahatsız ediyor?
Her fırsatta padişahlara olan hayranlığını haykıranlar, padişah özentisi içinde olan beyler, mehteran bölüğüyle yürüyenler, bu gün ne değişti de milliyetinizi ayaklar altına alıyorsunuz?
Çocuğun adını koymaktan utanıyor musunuz? Hadi çocuğun adını açıklayın: ABDULLAH ÖCALAN deyin. Verin Apo’yla kol kola. Hazırlayın bir anayasa. İçerisinde Türk sözcüğü geçmesin. Utanırsınız sonra (!)
19.02.2013
Mümtaz TEMİZ
mumtaz.tem@hotmail.com