Tarih: 10.09.2012 18:44
ŞEHİDİM
ŞEHİDİM
Altı kız çocuğundan sonra dünya gelmişti. Öyle ki evde o gün bayram havası vardı. Baba, erkek evlat sahibi olmanın gururuyla bu kez dışarı çıkarken daha bir heybetli, daha bir sevinçliydi. El bebek gül bebek büyüyordu Yusuf.
İlköğretime başladığında ilk kez anne, babasından bu kadar uzun ayrı kalacaktı. Oysa okula başlamasının uzun ayrılıkların ilk basamağı olduğunu bilmiyordu. Aile, üzerine titriyor, başarılı bir öğrenci olması için ellerinden gelen her türlü imkânı seferber ediyorlardı. Öyle ya, ailede bir kişi okumalıydı. O da Yusuf olsun istediler. Kız çocukları ''okuyup ta''ne olacaktı ki...
Yusuf- Verilen emeğin karşılığını, İnşaat mühendisi olarak vermişti. Artık bütün yokluk, yoksulluklar bitecekti. İlk önce anne, babasına, kardeşlerine güzel bir ev yapacaktı. Onları gecekondudan apartman dairesine taşıyacaktı.
Yusuf, iş kurmadan önce sırtında yük olarak gördüğü askerlik görevini yapmaya karar verdi. Sevdiğiyle de, askere gitmeden aileler arasında sade bir törenle nişan yaparak gitmek istedi. Yaptılar da. Herkes mutluydu. Biricik oğulları
Okumuş, büyümüş, nişan yapmışlardı. Şimdide askere yolluyorlardı... Bundan daha güzel bir mutluluk olurumuydu? Baba bir ara sohbet arasında;''oğlum istersen bir yerlerden para bulup, bedelli askerlik yap'' dedi. Yusuf bu teklife şiddetle karşı çıkıp,''ülkemin bana ihtiyacı var. Ben bu ülkede halkın ödediği vergilerle okudum, karşılığında da bu borcu askerlik yaparak ödeyeceğim''dedi.
Oto gara geldiklerinde, herkeste tarifi tanımsız bir duygu seli yaşanıyordu. Baba ağlamak istiyor, gözyaşlarını içine akıtıyordu. Anne parmak uçlarını gözlerine götürmüş, gözüne bir şeyler kaçmışta onu çıkarır gibi yapıyor, gözyaşlarını siliyordu. Otobüs hareket ettiğinde, herkes bir birine sarılarak ağlıyordu. Baba yine sakin, herkesi teselli etmeye çalışıyordu. Yusuf’un nazlısı ise yalnız kalmanın acıcısını yaşıyor, kız kardeşine dayanarak güç alıyordu.
Manisa'ya ulaştığında ilk telefonunu açıp, birliğine teslim olduğunu söyledi. Aile, sağ salim vardığı için derin bir oh çekmişti. Hayat devam ediyordu. Ta ki Yusuf'un dağıtımının Hakkâri’ye çıktığını duyana kadar. Herkesi adını koyamadıkları bir endişe kaplamış, sanki eve kara bulutlar çökmüştü. Düne kadar haberle içli dışlı olmayan aile, günün yirmi dört saati haber izler olmuştu.
İçlerini kaplayan belirsiz korku, anne, babaya hüzün yaşatıyordu hep. Baba zaman zaman'''keşke 30 bin lirayı bulup, bedelli askerlik yaptırsaydım''' deyip, pişmanlığını dillendirir olmuştu. İçlerindeki korkunun adını bir türlü koyamıyorlardı. Her kapının çalınışında, bir birlerinin gözlerine endişeyle bakar olmuşlardı.
Hakkâri’de terör olayları artmış, çatışmalar devam ediyordu. Bugün rahattılar, çünkü bir kaç saat önce Yusuflarıyla telefonla görüşmüş, sağlık haberini almışlardı. Almışlardı ama annede o gece gördüğü rüyanın üzerinde bıraktığı etkiden kurtulamamıştı...
Köye gelen askeri araç, kahve önünde oturan herkesin başını o yöne çevirmesine neden olmuştu. Halil amcada donup kalmıştı. O an içinden bir şeyler akıp gitmiş, buz kesmişti. Askeri aracın evlerinin önünde durduğunu fark ettiğinde ise, kendinden geçmiş, olduğu yere yığılıp kalmıştı.
Yusuf,
ŞEHİT olmuştu. Annesi, kardeşleri, Nazlısı kendilerini yerden yere atıp ağlaşıyorlardı. Eve, dev bir Türk bayrağı asılmıştı. Artık orası bir
ŞEHİT evi idi. Köy ise, ilk
ŞEHİDİNİ vermenin acısını yaşıyordu... Halil amcanın yanına gelen Subay tam baş sağlığı dileyecekti ki; Halil amca, sağ işaret parmağını dudaklarına götürüp, sus işareti yaparak'''biliyorum, başın sağ olsun, vatan sağ olsun diyeceksin! Olmuyor komutan, olmuyor, bu ülkede yoksul Yusuflar ölüyor... Vatanın sağ olması için, bu vatan toprağında zengininde, iş adamının evladının da
ŞEHİT olması lazım… Sus komutan, sus,
Göğsüm daralıyor, yüreğim yanıyor... Sus Allah aşkına sus...
Bu ülkede Yusuf'lar ölmesin, Analar ağlamasın...
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —