DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, "Bu süreçle birlikte Meclis'te uzun yıllar çalışma yürütecek Hakikatleri Açığa Çıkarma ve Yüzleşme Komisyonu mutlaka olmalıdır. Bu sürecin pozitif olarak ilerlemesi ile birlikte bizlerin elbette böyle önermeleri olacak. Çünkü bizler biliyoruz ki üzeri kapatılan her yara, içeriden çürür ve tüm bedeni zehirler" ifadelerini kullandı.
Hatimoğulları; sürecin devam etmesi için hukuki zemine ihtiyaç olduğunu söyledi ve terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan hakkındaki "şartlarının iyileştirilmesi" talebini yineledi.
Hatimoğulları'nın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
'DİLİN DEĞİŞMESİ GEREKİR'
"Hayatımız boyunca deneyimlediğimiz ve söylediğimiz şey "söz yetmez, eylem ister" olunca, elbette sözlerin arkasının nasıl doldurulacağına bakmak gerekiyor. Henüz eylem kısmına geçmemiş bir sürece toplum doğal olarak temkinli yaklaşır. Şunu kabul edelim; barış, tek bir kapıdan girilen salon değildir. Hukukun, demokrasinin, hakikatin ve özgürlüğün dört ayağını oluşturduğu bir masadır. O masa kurulursa, toplumun kalbinde güven dediğimiz o kırılgan güvercin konar ve artık kaçmaz. Kadınların eliyle örülen, siyasetin ritmiyle topluma taşınan, hukukun diliyle yazılan ve Meclis'in gözüyle denetlenen ve yasalaşan bir süreçte, elbette 'temkinli umut' yerini işte o zaman hak edilmiş bir güvene bırakır. Somut atılacak adımlarla ilgili onlarca madde sayabilirim. Fakat aciliyeti olan birkaç şey var. Birincisi dilin değişmesi gerekir. Barış etiğini korumak gerekiyor.
'BAŞMÜZAKERECİ ÖCALAN'
İkincisi, baş aktör olarak Sayın Öcalan'ın özgür çalışma ve yaşam koşulları düzeltilmelidir. Dünyada bunun bir örneği yok. Hücrede, ayda bir görüşülen bir başmüzakereciden yüz yıllık sorunları çözmesini bekleyemezsiniz. Üçüncüsü, ana muhalefet partisinin ve demokratik siyasetin üzerindeki baskı son bulmalıdır. Bir yandan barıştan söz edip diğer yandan seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanamaz. Seçilmişler siyasi kararlarla hapishanelerde tutulamaz. Cezaevlerinde dağ gibi büyümüş sorunlar çözümsüz bırakılamaz. AİHM ve AYM kararları uygulanmalıdır. Önemli güven artırıcı adımlardan biri bu olur. Sevgili Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, Can Atalay bir an önce özgürlüğüne kavuşmalı. Dördüncüsü başta yerel demokrasi olmak üzere, kültür ve dil alanında da sahici adımlara ihtiyaç var. Tüm bunlar aslında ara geçiş yasaları dediğimiz durumları da kapsıyor.
'GEÇMİŞLE YÜZLEŞME SAĞLANARAK…'
Literatürde negatif barış ve pozitif barış ayrımı var. Negatif barış silahların sustuğu, çatışmaların olmadığı bir momente işaret ediyor. Pozitif barış ise silahların susmasını kalıcı hale getirmeye, demokratik entegrasyonu sağlayacak hukuki teminatları hayata geçirmeye yönelik çalışmaların olduğu momente işaret ediyor. Pozitif barış aşaması silahsızlanmanın kalıcı hale getirildiği demokratik bir siyasal düzenin inşa edilmesi, geçmişle yüzleşme sağlanarak hakikatlerin ortaya çıkarılması ve onarımı, toplumsal barışı tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması gibi önemli alt başlıkları olan bir aşamayı ifade ediyor.
'ANAYASA KONUSU GÜNDEME GELMEDİ'
Şu ana kadar anayasa konusu gündeme hiç gelmedi ve Meclis'te oluşturulan komisyonun da açıkladığı üzere bu komisyonun görevi anayasa yapmak değil. Elbette ki Türkiye'nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Demokrasi ve özgürlüklerden yana, bunları gerçek anlamda koruyan bir toplumsal sözleşmeye ekmek-su kadar ihtiyacımız var. Bu konuda parti olarak her zaman hazırlıklarımız ve önerilerimiz oldu. 'Nasıl bir anayasa' sorusuna en hazırlıklı parti biziz. İkincil bir durum olarak, şunu da ifade ettik. Yeni Anayasa, çatlakları boya ile kapatacağımız bir duvar değil, evin taşıyıcı kolonlarını elden geçirecek bir kurucu süreçtir. Toplumun evet dediği bir anayasada biz de olacağız. Anayasa sadece DEM Parti'nin sorunu veya işi değil. Herkesin dahil olduğu bir süreç olmalı.
Özetle bizim anayasa tasavvurumuzun merkezinde, bir metinden öte, 'yeni bir toplumsal sözleşme' fikri yatıyor. Bu sözleşmede yeni ne yazılacağı kadar, nasıl yazılacağı da bir o kadar önemlidir. Anayasa, bu ülkede yaşayan tüm halkların, inançların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, ekolojistlerin yani toplumun tüm canlı dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde 'Evet, bu benim anayasamdır' dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur.
'HAKİKATLERİ AÇIĞA ÇIKARMA VE YÜZLEŞME KOMİSYONU MUTLAKA OLMALIDIR'
Barış süreçleri çok katmanlı süreçlerdir. Adım adım örülmesi gereken süreçlerdir. Sürecin çok başındayız. Somut bazı adımlar atılması gerekiyor. Bundan ötürü de hukuki zemin şu an en acil alan olmaktadır. Hukuki ve yasal zemin örüldüğünde diğer katmanlara da geçebiliriz. Çünkü kalıcı barış için hakikat ve yüzleşmeye yeniden ihtiyaç var, hem de ertelenemez biçimde. Şuna inanıyorum: Barış, silahların sustuğu gün değil; hakikatin konuştuğu gün başlar. Biz unutmakla değil, hatırlamakla var olan bir siyasetten geliyoruz. Sorunuzun ikinci kısmına gelirsek, bu tür mekanizmalara yeniden ihtiyaç var mı? Şüphesiz… Bu süreçle birlikte Meclis'te uzun yıllar çalışma yürütecek Hakikatleri Açığa Çıkarma ve Yüzleşme Komisyonu mutlaka olmalıdır. Bu sürecin pozitif olarak ilerlemesi ile birlikte bizlerin elbette böyle önermeleri olacak. Çünkü bizler biliyoruz ki üzeri kapatılan her yara, içeriden çürür ve tüm bedeni zehirler. Adaleti sağlanmamış hiçbir acı zamanla küllenmez, nesilden nesile aktarılan bir öfkeye dönüşür. Geçmişiyle yüzleşmeyen bir toplum, aynı kâbusu tekrar tekrar görmeye mahkûmdur. Barışın bir işlevi de bunun en uygun yol ve yöntemlerini bulmaktır. Bunun için zaman ve zemin gerekiyor.
'UMUT HAKKI' İSTEDİ
Hukuk konuşulmaya başlandığında, barıştan da söz edilebilir. Bu bahsettiğiniz başlıkların barışla ilişkisi çok somuttur. Mesela umut hakkı evrensel bir haktır. İnfaz adaleti olmadan toplum adalete ikna olmaz; yerel demokrasi olmadan ortak vatan duygusu kök salmaz. Barışı kalıcı kılan, ceza ve güvenlikten ibaret bir durum değil; hak, hukuk ve temsilin ürettiği rızadır. Açık söylüyorum, umut hakkı sürecin oksijenine dönüşebilir. Bu anlamda umut hakkı ve adil bir infaz düzenlemesi talebimiz, aynı zamanda barışın vicdani ve ahlaki zeminini de oluşturur. Düşünün ki, bir yanda toplumsal barıştan, yeni bir başlangıçtan söz edeceksiniz; diğer yanda sadece düşüncelerinden ve eksik yasalardan ötürü on binlerce insanı, en temel insani haklardan mahrum bırakarak, ayrımcı bir infaz rejimiyle cezaevlerinde tutacaksınız.
Daha da ötesi, bu sorunun çözümünde kilit rolü olan bir aktörü, Sayın Öcalan'ı, ömür boyu tecrit altında tutan, insani her türlü teması yasaklayan ve umut hakkını dahi elinden alan bir hukuksuzluğa göz yumacaksınız. Bu doğru değil. Sayın Öcalan'ın rolünü esastan oynasın talebi varsa boş havuzda yüzmeye kimse davet etmemelidir. Mevcut hukuk çerçevesi değişmeden kalıcı bir barış mümkün olmaz. Çünkü mevcut hukuk, barışın değil, savaşın ve çatışmanın devamı üzerine kurgulanmıştır. Vatandaşına potansiyel bir suçlu olarak bakan, farklılıkları bir tehdit olarak kodlayan ve güvenliği özgürlüğe tercih eden bir hukuk nasıl işlevsel olabilir?"