Haluk Eyidoğan (Prof. Dr.) "Doğa ve insan kaynaklı tehlikeleri durduramasak da, bilim ve teknoloji sayesinde onları anlayıp afete dönüşmelerini önleyebilir, yaşam alanlarımızı daha dirençli hâle getirebiliriz.

Yerküremizin her noktası, yavaş da olsa zaman ve mekânsal anlamda değişiyor. Kıta hareketleri, deprem, sel, tayfun, tsunami, volkan vb. gibi doğa kaynaklı olaylar yeryüzünün fiziksel değişimine neden oluyor. Bu değişim yalnızca dünyamızın doğasından değil, aynı zamanda insan kaynaklı olaylar nedeniyle de gerçekleşiyor. Nüfusu ve yerleşim alanlarının büyüklüğü giderek artan insan; sanayi ve ticari etkinlikleri ile birçok kirleticiyi havaya, suya ve toprağa salıyor, ormanları yakıyor ve savaşlar çıkarıyor.
Kayıpları azaltacak önlem ve hazırlıkları yapmadığımızda, birçok doğa ve insan kaynaklı tehlike, afete dönüşüyor. Yerküremizden kaynaklı olayları durduramayız ama o olayları anlayıp olası tehlikelerinin afete dönüşmesini önleyebiliriz. Gelişen bilim, teknoloji ve iletişim çağında farkındalığı artırmak, hazırlık ve önlem çalışmalarını yapmak ve her ölçekte örgütlenerek yaşam alanlarımızı afetlere dirençli duruma getirme olanaklarımız var.
2025 yılının son günlerine geldiğimiz bu günlerde, afete dönüşen doğa kaynaklı tehlikelerden hareketle, Dünya ve Türkiye için başta deprem olmak üzere ne tür risklerle karşı karşıya olduğumuza dair bazı istatiksel bilgiler aktarmak istiyorum. Bu bilgiler, bugüne kadar yapılan gözlemlerden elde edilmiş ve yetkin ulusal ve uluslararası kuruluşların raporlarından aktarılmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres'in bu yılki Afet Riskinin Azaltılmasına İlişkin Küresel Değerlendirme Raporu'ndaki bildirisinden (UNDRR-GAR Report, 2025) şu paragrafı aktarmak istiyorum; "Afetler, 21. yüzyılın belirleyici bir özelliğidir ve etkileri çok geniş kapsamlıdır. Fırtınalar, yangınlar, seller, sıcak dalgaları ve kuraklıklar daha şiddetli ve daha sık hale gelmiş, sürdürülebilir kalkınma kazanımlarını aşındırmaktan, tüm bölgeleri sigortalanamaz hale getirmeye ve ülkelerin GSYİH'sinden büyük kayıplara yol açmaya kadar, topluluklar ve ekonomiler üzerinde giderek daha büyük bir yük oluşturmaktadır".
Afetlerle ilgili olarak uluslararası hizmet veren veri kaynağı EM-DAT (2025), afeti yerel kapasiteyi aşan ve ulusal veya uluslararası düzeyde dış yardım talebinde bulunmayı gerektiren bir durum veya olay olarak tanımlar.
Şekil 1'de sınıflanan ve farklı renklerle tasarlanmış grafikle gösterilen olaylar, dünyanın çeşitli yerlerinde afete dönüşme ve hasara ve insan kaybına neden olma potansiyeli olan doğa kaynaklı olaylar olarak anlaşılmalıdır. Şekil 1'deki grafikte verilen olay sayıları, farklı renklere karşılık gelen sayılarla belirtilmiştir ve Ekim 2025'e kadar olan doğa kaynaklı olayları kapsamaktadır (EM-DAT, 2025; CRED/UCLouvain, 2025). Olay sayısı, yalnız afet potansiyeli olan ve raporlanmış olayları temsil eder. Her olayın sayısı kendi rengine karşılık gelen sayı kadardır. Örneğin Ocak – Ekim 2025 tarihleri arasında afet potansiyeli olan olay sayısı sel için 88, deprem için 26 olmuştur. Bugün gelinen durumda, dünya çapında afet maliyetleri sistemik ve çevre etkileri de göz önüne alındığında yıllık 2.3 trilyon ABD dolarını aşmıştır.
Doğa kaynaklı afetler ile ilgili verilerin hacmi ve kalitesi incelendiğinde, ABD'nin OFDA'sının (ABD Dış Afet Yardım Ofisi) bu olaylar hakkında aktif olarak bilgi toplamaya başladığı 1960 yılından sonra belirgin bir artış eğilimi gösterdiği anlaşılmıştır. Bu artış, daha önceki olayların sayısının daha az olduğuna dair bir saptamayı sağlamaz. Ancak, CRED'in 1973'te devreye girmesiyle veri kaydı daha güvenilir bir duruma gelmeye başlamıştır. Küresel iletişim ve medyanın gelişimi, artan insani yardım fonları ve güçlenen uluslararası iş birliği afetlerin daha iyi kayıt altına alınmasını sağlamıştır. Dolayısıyla, son yarım yüzyılda afet sıklığındaki belirgin artışın, gelişmiş ve güvenilir kayıt sistemlerinin devreye girmesinden kaynaklandığı kabul edilmektedir. Dolayısıyla bazı afet türlerinin artışı ile ilgili yorumlarda bu tarihsel arşivleme ile ilgili gelişmeleri dikkate almakta yarar vardır.

Şekil 1'de görüleceği gibi sayısal olarak sel – taşkın, şiddetli hava olayları ve kuraklık en çok karşılaşılan afetler sınıfındadır (Our World in Data, 2025). Deprem ise sayı olarak bunlardan sonra gelmektedir. Sayıların azlığı ve çokluğu afet kayıp değerlerini bire bir ifade etmeyebilir. Afete dönüşen olayın büyüklüğünü, etkilediği yerleşim alanının çapı ve neden olabileceği ekonomik kayıp değeri belirler. Şekil (2a, b)'de, 2024 yılı için dünya genelinde oluşan afet türlerinin sayıları ile neden olduğu can kaybı sayıları ile 2004 – 2023 yılları arasında olmuş afet türlerinin sayıları ve neden olduğu can kaybı sayılarının on yıllık ortalamaları ile karşılaştırılmıştır (EM-DAT, 2025).EM-DAT (2025) raporundaki bilgilere göre 2024 yılında, 393 adet doğa kaynaklı afet kaydedilmiştir (Şekil 2a). Bu afetler nedeniyle 16.753 kişi hayatını kaybetmiş ve 167.2 milyon kişi çeşitli derecelerde etkilenmiştir (Şekil 2b). Ekonomik kayıp ise yaklaşık 242 milyar ABD doları olmuştur. Asya'da binlerce kişinin ölümüne neden olan aşırı sıcaklık olayları, Afrika'da 25 milyondan fazla insanı etkileyen şiddetli kuraklıklar ve Amerika Birleşik Devletleri'nde toplam 100 milyar ABD dolarını aşan yıkıcı tropikal fırtınalar, 2024'ün afet bilançosunu oluşturmuştur.
Bu makale yazımı tarihinde 2025 sonuna kadar olan döneme ait raporlar yayınlanmamış olmakla birlikte mevcut kayıtlar afet kayıplarının azaldığına dair bir duruma işaret etmemektedir. Son 10 yıllık ortalamalara göre dünyada sel, çamur heyelanı ve orman yangınlarında afet ve can kaybı sayısı artmıştır. Bu sonuç iklim değişikliği etkisinde gelişmiş olabilir. Deprem kaynaklı can kaybı sayısında son 10 yılık ortalamanın büyüklüğünün nedeni, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremde Türkiye'de kaybettiğimiz 53.537 vatandaşımıza ek olarak Suriye'de sınırlarımıza yakın yerleşimlerde tahminen 8.500 can kaybı ile ilgilidir.


2025 yılı itibarıyla dünyadaki 192 ülke için doğa ve insan kaynaklı afet risklerini derecelendirme amaçlı yapılan araştırmada (INFORM, 2025), en yüksek risk katsayısı 10 olmak üzere Türkiye'nin 2025 yılı için genel risk katsayısı 5.6 olarak verilmiştir. Bu sıralamaya göre, Türkiye 192 ülke arasında 36'ncı sıradadır (Şekil 3). Ancak, son 3 yıllık risk durumuna bakıldığında gelecek yıllarda risklerin artma eğilimi olasılığı yüksektir.
Türkiye için hesaplanan risk katsayılarına göre, doğa kaynaklı ve insan kaynaklı her türlü tehlikeye maruz kalma riski katsayısı 7.1, kırılganlık katsayısı 5.6 ve baş etme katsayısı 4.5'tir. Türkiye'ye sınır ülkelerin genel risk katsayıları ise sırayla; Kıbrıs 2.8, Romanya 2.9, Rusya 4.0, Bulgaristan 2.6, Yunanistan 2.9, Gürcistan 3.3, Azerbaycan 4.1, Ermenistan 3.0, İran 5.9, Irak 5.7, Suriye 7.5'tir. Bu komşu ülkelerin risk katsayıları ile karşılaştırınca Türkiye'nin doğa ve insan kaynaklı tehlikeler nedeniyle risk katsayısının ne kadar yüksek olduğu açıkça görülmektedir.

Türkiye'de afet risklerini yükselten en önemli tehlikeler deprem, sel, tsunami, kurumsal yapılanma, salgın, çatışma ve düzensiz göçmen hareketleri olarak belirlenmiştir. Analistler, ülkemizin bulunduğu coğrafya ve çevremizdeki politik ortamı göz önüne alarak ülkemizde terör ve çatışma riskinin yüksek olduğunu belirtmektedir. Benzer şekilde güvenirlilik eksikliği katsayısı 6.7 değeriyle oldukça yüksektir. Bu saptama, insan kaynaklı risk katsayısını (8.0) doğa kaynaklı risk katsayısından (5.9) büyük yapmaktadır. Bu durum, Türkiye'yi yatırım yapılabilecek bir ülke olmaktan uzaklaştırabilir.
Ülkemizdeki doğa kaynaklı afetler sınıflamasında en büyük can ve ekonomi kayıplarına neden olan tehlike depremlere aittir. INFORM (2025) risk sınıflamasında risk katsayısı en yüksek doğa kaynaklı olay, 9.7 ile deprem olarak sınıflanmıştır. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depreminin ağır ve acı sonuçları bu sınıflamaya etki eden önemli bir unsurdur.
Deprem tehlikesinin yüksek olduğu bölgelerde, nüfusun yoğun ve yapılaşmanın plansız ve denetimsiz üretildiği şehirlerde depremler çok sayıda insanın ölümüne ve yaralanmasına ve aynı zamanda büyük ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Şehirleşme ve sanayileşme sürecindeki ülkemizde, çevresel ve yer bilimsel unsurları dikkate almadan plansız ve denetimsiz inşa edilmiş ve gittikçe yükselen / yoğunlaşan binalardan oluşan kentlerimizde yapı sayısının ve nüfusun artmasından dolayı "şehir depremleri" olarak adlandırabileceğimiz bir dönem başlamıştır. Rahmetli Prof. Dr. Murat Balamir'in deyimiyle şehirlerimiz doğa ve insan kaynaklı "risk havuzlarına" dönüşmüştür (Balamir, 2021).
Türkiye'de depremden dolayı can kayıplarının yüzde 95'i bina hasarlarından, yüzde 3'ü yapısal olmayan unsurlardan (ağır ve büyük eşyalar) oluşur. Yaralanma sayılarının yüzde 50'si yine yapısal olmayan unsurlardan kaynaklanır. EM-DAT kayıtlarına göre 1900-2024 yılları arasında, Türkiye'de hasar ve can kayıplarına neden olan diğer tür afetlere kıyaslandığında depremler nedeniyle kayıp oranı %58'e ulaşmaktadır. GEM raporuna göre (GEM Report, 2025) depremler nedeniyle her yıl Türkiye'de can kaybı sayısı ortalaması 2.300, ekonomik kayıp miktarı 3.3 milyar ABD doları civarındadır (Şekil 4).

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş civarında 9 saat arayla olan iki büyük deprem resmi verilere göre 11 ildeki 14 milyon kişiyi etkilemiş ve 53.537 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu son büyük depremlerle birlikte, Türkiye'de 1900 – 2025 tarihleri arasında can kaybı sayısı ne yazık ki 150.259'a, yaralı sayısı ise 209.057'ye ulaşmıştır (Şekil 5).
Deprem bölgesinde 3 milyon kişi evsiz kalmıştır. T.C. SBB Raporu'na (2023) göre toplam ekonomik kayıp değeri 6 Mart 2023 tarihi itibarıyla 104 milyar dolardır (Bazı kaynaklar bu değeri 150 milyar dolar olarak açıklamışlardır). 2023 yılı merkezi yönetim bütçesinin 4.5 trilyon TL olduğu düşünülürse, ülke bütçesinin çok yüksek bir oranda ekonomik kayıpla karşı karşıya kaldığı anlaşılmaktadır.
Şekil 5 çizelgesi incelendiğinde mevcut kaynaklara göre 1900 – 2022 yılları arasındaki 123 yılda can kaybı sayısının 96.721 olduğu ancak 2023 – 2025 arasında bu sayının nerdeyse yarısı kadar bölümünün yalnızca 6 Şubat 2023 depreminde olduğu görülmektedir. Türkiye gibi bir deprem coğrafyasında son 123 yılda olan can kaybı sayısının yarısına yakınının yalnızca 3 yılda olması nasıl izah edilebilir? Bu durumun, geçen yüzyıl içerisinde Anadolu coğrafyasında daha az büyük deprem olduğu gibi bir varsayımla açıklanması ikna edici değildir. Bu sayısal uyumsuzluğun nedeninin, 20'nci yüzyıl içerisinde deprem ve diğer doğa kaynaklı afetlerdeki kayıplarımızın saptanması çalışmalarının yeterli olmadığı görüşündeyim.

Büyük şehirler hem yerel hem de küresel ekonomi için büyük öneme sahiptir. Büyük şehirler kendi bölgelerinin ve ülkelerinin siyaseti için önem taşır. Geçen iki yüzyılda dünyanın en büyük 100 şehrinin ortalama nüfusu önemli ölçüde artmıştır: 1950'de nüfusu 2 milyon olan şehirlerin nüfusu, 2020'de 9,7 milyona erişmiştir (Şekil 6).
Satterthwaite'nin (2020) araştırmasına göre, Amerika dünyanın en büyük 100 şehrinden 69'una sahipken, 2020 yılına gelindiğinde bu sayı 17'ye düşmüştür. 1900 yılında Asya'da 22 büyükşehir varken, 2020'de bu sayı ile Asya dünyanın en büyük 100 şehrinden 58'ine sahiptir. 2035 yılına doğru Afrika kıtasında büyükşehir sayısının artacağı öngörülmektedir.
BM'ye göre dünya nüfusunun yüzde 57'si olan 4.5 milyar şehir nüfusu, 2030 yılına doğru 5.2 milyarla yüzde 60'a erişecek ve 2050 yılına doğru her üç kişiden ikisi şehirlerde yaşayacak. 2022 yılı itibariyle nüfusu 1 milyondan fazla olan şehir sayısı 611'e ulaşmış durumda. Nüfusu 10 milyon ve daha fazla olan 31 büyükşehir sayısının 2030'da 43'e çıkacağı tahmin ediliyor (Şekil 6).
Şehirlerdeki hızlı nüfus artışındaki durum; sürdürülebilir şehir planlaması, doğa ve insan kaynaklı riskleri azaltma yönetimi, dirençli şehirler, hizmetler ve yönetişim konularının önümüzdeki yıllarda daha önemli bir konu başlıkları olacağını gösteriyor.
Dünya kentsel nüfusunun dörtte biri yoksulluk koşullarında ve plansız ve kayıt dışı yerleşim yerlerinde yaşıyor. Yoksulluk ve afet riskleri arasındaki ilişki, hızlı kentleşme ile daha da artıyor. Afetler her yıl daha pahalıya mal oluyor, gıda kaynakları olumsuz etkileniyor ve mevcut yoksulluğu daha da artırıyor. Yoksulluk kırılganlığı artırıyor ve afetlere direnci kırıyor. İstatistikler, afetlerin en fazla yoksulları vurduğunu gösteriyor.
Yüksek gelirli ve üst orta gelirli ülkelerde afet kaynaklı kayıplar milli gelirin yüzde 0.1 ile yüzde 0.3'ü arasında değişiyor. Ama bu durum düşük gelirli ve düşük orta gelirli ülkelerde değişiyor ve bu tür ülkelerde milli gelirin yüzde 0.8 ile 1.0'ini afetlerde kaybediliyor. Bölgesel ölçekte bakıldığında, Asya ve Pasifik ülkelerinde bu oran yüzde 1.6'ya ulaşıyor.

Plansız büyüyen ve nüfusu şişen kentler, denetimsiz ve kirletici sanayi, enerji ve vahşi madencilik faaliyetleri ve arıtma yetersizlikleri kara, hava ve denizlerdeki kirliliği arttırıyor ve giderek çevre ve iklim dengelerini bozuyor. Böylece nüfus artışı, yoksulluk ve çeşitli doğa kaynaklı olaylar birbiriyle etkileşimli (sistemik) olarak insani ve ekonomik kalkınma faaliyetlerini uzun süre sekteye uğratıyor ve tehlikeler kolaylıkla afete dönüşüyor. Dünya Bankası raporu, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde göçle birlikte plansız yerleşimlerin sayısının artması nedeniyle önümüzdeki yıllarda sele maruz kalanların sayısının 1.8 milyara ulaşacağını belirtiyor.
En az gelişmiş ülkeler, denize kıyısı olmayan gelişmekte olan ülkeler ve küçük adalarda gelişmekte olan ülkeler afet riskini azaltmada büyük zorluklarla karşı karşıyadır. Güçlü siyasi irade olmasına rağmen, birçok ülke ulusal ve bölgesel afet risk azaltma kararlarını tam olarak uygulamak için yetersiz kaynağa ve teknik kapasiteye sahip. Bu nedenle, afetler bu tür ülkelerde diğer ülkelere göre çok daha ölümcül ve yıkıcı olmaktadır. 2014 ve 2023 yılları arasında, ortalama yıllık afet ölüm oranları, az gelişmiş ülkelerde 100.000 kişide 1.97, kıyısı olmayan az gelişmiş ülkelerde ise 2.43 olurken, küresel ortalama 0.79'dur. Az gelişmiş ülkelerde, 100.000 kişide ortalama 3.000 kişi afetten etkilenmektedir. Bu sayı, dünya ortalamasından %54 daha yüksektir.Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerdeki yaklaşık 1 milyar insanın, doğa ve insan kaynaklı tehlikelere daha fazla maruz kalacağı, baş etme kapasitelerinin yetersiz olduğu ve dayanıksız binalar nedeniyle afetlere karşı savunmasız oldukları tahmin ediliyor. Şehirler büyüdükçe ve yoğunlaştıkça, sınırlı doğal kaynaklar üzerindeki istekler ve baskılar artmakta ve dünya genelinde topluluklardaki eşitsizlikleri ve kırılganlıkları daha da büyütüyor.

Kırsaldan şehir merkezlerine ve yakın çevresine göç olgusu, Türkiye nüfus hareketlerinde de çok belirgin olarak bir süreci göstermektedir (TÜİK, 2025; Şekil 7). TÜİK (2025) verilerine göre 1927 yılından bugüne kadar kırsaldan şehir merkezlerine göç kesintisiz sürmüştür. Bunun temel nedenlerinden biri sanayi ve ticari faaliyetlerin kıyı bölgelerine ve şehirlerine yakın alanlarda konumlanmasıdır. Marmara, Ege ve Akdeniz bölgeleri nüfus yoğunlaşmalarının en fazla olduğu bölgeler olmuştur. Bu bölgeler aynı zamanda deprem tehlike potansiyeli en yüksek bölgelerdir.

GEM (2025) istatistiklerine göre, Türkiye'de deprem tehlikesinin yüksek olduğu şehirlerde veya bölgelerde olası bir büyük depreme maruz kalacak nüfus ve bina sayıları ile mali kayıpların çok yüksek olacağı açıktır (Şekil 8). Büyük depremlerin yıkıcı ve ölümcül etkileri, il ve ilçe ve hatta ülke sınırlarını aşar ve bölge depremlerine dönüşür. Ülkemizde bu olumsuz durumun en son örneği 6 Şubat 2023 depremi sırasında yaşanmış ve çok ağır ve acı kayıplarımız olmuştur.
Afetler gerçekleşmeden olası kayıp risklerinin azaltılması için her ölçekte (sokak, mahalle, ilçe, il ve ülke) yerleşim alanları için riskleri hızla azaltma yolunda sürdürülebilir afet politikaları oluşturmanın ve önerilen strateji ve eylemleri ihmal etmememizin çok büyük hayati önemi olduğu bilinmektedir.
Yaşam alanlarımızı afetlere dirençli kılmak yalnızca bina yapmak değildir. Doğa ve insan kaynaklı olayların oluşturacağı tehlikeleri tanıma, maruz kalma, kırılganlık ve başa çıkma kapasitesi konularında yapılan çalışmalar, alınan önlemler, yapılan hazırlıklar, toplumsal farkındalık ve örgütlenme, sakınım planları ve yaşanabilir güvenli mekânlar oluşturma çalışmaları ne kadar ileri düzeydeyse, insan ve ekonomi kayıpları da o kadar azalacaktır.
Kaynak/ EMSAL. COM